4 Eylül 1967
Cumartesi
Dün yaşanan olaylardan sonra daha çok sevmeye başladım bu köyü. Çocukları okusun isteyen çok insan var burada. Zaten okuyordu çocuklar ama daha iyi şartlarda okusun isteyen çok aile var. Raziye teyzenin köyün adamlarına haykırışı biraz daha attı ölü toprağını üzerimizden. Cuma namazı sonrası yaşanan olayların ardından Mustafa ile birlikte Raziye teyzenin bağışladım dediği yeri görmeye gittik. Köye çok uzak olmayan bir yerde büyükçe bir tarlaya götürdü Mustafa beni.
Gidince anladım neden çalılar içi dediklerini. Koca tarla, etrafı yabani çalılarla çevrili. Çalılar büyük büyük kavak ağalarının etrafını sararak tarlanın içine doğru ilerlemiş. Tarla büyük. Tarla çok büyük ama çalısı, otu kapatmış her yerini.
“Ekilmez mi? bu tarla Mustafa neden böyle boş duruyor” dedim.
“Ekilmez beyim. Raziye teyzenin atasından kalma burası. Kendisi ekmedi, kimseye de ektirmedi. Çok söyledi babam ekelim de çıkan mahsulden pay vereyim diye. Babama da vermedi. Çok verimlidir toprağı var buranın beyim. Bir pancar yetişir burada inanamazsın” dedi.
Atasından kalan tek varlığı. Böylesine verimli bir toprağı ne diye bağışladı o zaman bu kadın. Bu sorunun cevabını bilmek imkânsız. Kendisi anlatmadığı sürece. Teşekkür etmek için bir kapısına giderim artık. Böyle büyük bir fedakârlık yapmak kimsenin harcı değildir.
Adım adım gezdim tarlanın her yerini. Temizlenmesi gereken çok yer vardı. Ama kafamın içinde çok güzel şeyler canlanıyordu. Okulun yapılacağı yer, çocuklar için oyun alanı, Atatürk büstünü koyacağımız yeri bile canlandırdım kafamda. Tarlanın içinde sekiz, on adet meyve ağacı da vardı. Onlarda çocuklar için iyi olur diye düşündüm. Mutluydum, çok az bir zaman kaldı okulların açılmasına ama bizde zaman karşısında güçlüydük artık. Çocukları başka bir köye göndermeden okulumuzu yaparız inşallah diye düşündüm.
Tarladaki otların temizlenmesi için muhtarla konuşmak gerekiyordu. Mustafa ile birlikte tekrar köye döndük. Köy yolunda Mustafa tarla ile ilgili birçok şey anlattı bana. Tarla etrafındaki kavaklar tarlanın sınırını belirlermiş. Eskiden köylü sınır belli olsun diye civardaki kavaklardan söktükleri dalları kendi tarlalarının sınırına saplarmış. Kavak ağacı da öyle bir ağaç ki nereye saplarsan orada kök salar uzar gidermiş. Yüze yakın kavak ağacı vardı tarlanın etrafında. Mustafa’nın dediğine göre bu tarla 10 dönümmüş. Fazlasıyla büyük bir yer. Bu kadar büyük bir yere ihtiyacımız var mı? okul için bilmiyorum. Raziye teyzenin yanına gittiğimde onu da konuşurum diye düşündüm.
Güzel bir yürüyüşün ardından muhtarın evin önüne geldik. Burada Mustafa ayrıldı benden.
“Ben gidiyorum beyim. Çıkayım da kanala bir bakayım su salmışlar mı? Saldılarsa bahçe sulanacak” dedi.
Köyün etrafından dolanan ve başka köylere de uğrayan bir su kanalı var bu civarda. Çok ilerdeki bir barajdan bu köylere sulama suyu ihtiyacını gidersinler diye açılmış. Belirli zamanlarda baraj kapakları açılır ve kanala su verilirmiş. Su gelince köylü bağı bahçesi ne varsa suluyormuş. Koca devlet bunu bile düşünmüş. Düşünmüşte neden okul yapmamış bu köye bilemedim gitti.
Muhtarın kapısını çaldım ama açan olmadı. Sonra konuşurum diyerek döndüm geri. Konağa gidip bir çay içeyim dedim. Çeşmenin yanından geçerken Raziye teyzenin küçük kızını gördüm. Elinde bir güğüm su doldurmaya gelmiş. Onu görünce Raziye teyzeye teşekküre gitmek geldi aklıma. Takıldım küçük kızın peşine. Eve gidene kadar onu da tanımak istedim. Çok hevesli ve akıllı bir kız. Sorduğum sorulara cevap verirken sınıfın içindeki bir öğrenciymiş gibi davrandı. Adı Serap’mış. Daha yedi yaşında. Evin tek kız çocuğuymuş. Serap’ın iki abisi ikide erkek kardeşi varmış. Sormadan söyledi. Abilerinden pek haz etmezmiş.
“Çok itip kakarlar beni öğretmenim. Hiç sevmem.” Dedi.
Ama küçük kardeşlerini çok seviyormuş. Konuşa konuşa geldik evin önüne.
“Annen baban evde mi? Serap” dedim.
“Evde öğretmenim buyurun” dedi.
Yine o büyük avludan geçerek eve çıkan merdivenleri tırmandık. Serap açtı kapıyı daldı içeri. Bende tam arkasından girecektim ki. Avlunun toprak damı üzerinden gelen sese döndüm. Dün orada serili olan tarhanalar kurumuş. Raziye teyze tarhanayı elekten geçirerek inceltiyordu. Eve girmedim. Dama Raziye teyzenin yanına çıktım.
“Kolay gelsin teyze” diye seslendim.
Sesimi duyunca irkildi biraz. Beyaz yazmasının bir ucunu eliyle tuttu, yüzünü kapatır gibi yaptım. Kafasını hafif yana çevirerek baktı bana.
“Buyur beyim Mehmet Bey ahırda” dedi.
“Ben Mehmet beye gelmedim teyze. Sana teşekkür etmeye geldim” dedim.
Dedim de dün köyün meydanında köyün erkeklerini azarlayan kadından bir eser göremedim. O koca kadın ezile ezile bir hal oldu karşımda. Çekingen ve utangaç bir şekilde yüzüme bile bakmıyordu neredeyse. Önce yanlış anlaşılmaktan korktum geri dönüp gitmeyi düşündüm. Ama sonra aklımdaki soruyu sormadan gitsem de pişman olacağımı bildiğim için durup soruyu sordum.
“Niye teyze. Neden?”
“Neden anandan babamdan kalma koca tarlayı okul yapılsın diye gözünü bile kırmadan bıraktın” dedim.
“Yetmedi mi yavrularımızın okumak için başka köye gitmesi” dedi.
Yetti. Yetti de kimse umursamazken sen niye bu kadar umursadın Raziye teyze. Elinde ki son malını verecek kadar niye umursadın? Çok uğraştım konuşturmak için ama başka bir şey demedi. Ama belli ki başka bir şey vardı içini yakan. Üstüne gitmedim daha fazla. Tekrar tekrar teşekkür ettim yaptığı fedakârlık için. Sonra indim damdan aşağı. Evin avlusundan geçerken, evin altından gelen sese doğru döndüm. Evin altında bulunan ahırdan Mehmet amaca çıkıyordu. Kulağı ağır işitiyor ya duymadı orada olduğumu. Bekledim yüzünü dönene kadar. Kapıyı kilitledi güzelce, sonra döndü arkasını. Beni görünce pek bir mutlu oldu.
“Hay maşallah. Öğretmen bey sen mi geldin? Buyur hoş geldin” dedi.
Mehmet amcaya durumu anlatana kadar baya bir zaman geçecek belli. Bende onu bir bardak çay içmeye konağa davet ettim. Hem ona da bir teşekkür borcumuz var diye. Sağ olsun kırmadı beni geri çevirmedi.
“Sen git beyim. Ben namazımı kılar gelirim” dedi.
Sözü aldıktan sonra gittim konağa. Bugün konağın bekçisi Yavuz adında bir genç. Öyle diğerleri gibi çocuk değil. Koca adam olmuş Yavuz. Evlenmeye hazırlanıyor. Konak boştu içeri girdiğimde. Yavuz da oturmuş sedirin üzerine camdan dışarıyı seyrediyor. Ben içeri girince hemen ayaklandı.
“Beyim hoş geldin. Sen buradaysan benim bir işim var. Hemen halledip geleyim olur mu?” dedi.
“Olur tabi Yavuz ne demek. Bugün de ben bekçilik edeyim ocağa” dedim.
Ben lafımı der demez koşar adım çıktı konaktan. İyide oldu. Mehmet amca geldiğinde rahat rahat konuşuruz diye düşündüm. Gittim yeni bir çay demledim. Su azalmıştı konakta. Aldım güğümleri çeşmeden su doldurup getirdim. Sonra oturdum camın kenarına iki üç gün öncesini düşündüm. Bir insan bu kadar hızlı alışır mı? bir yere. Sanki yıllardır buralıyım gibi hissettim. Camdan gördüm Mehmet amcanın gelişini. Kapıda karşıladım içeri buyur ettim. Güzel bir sohbet ettik havadan sudan. Sonra uzun uzun ona da teşekkür ettim. Yaptıkları bu büyük fedakârlık için. Her teşekkür edişimde Mehmet amca gülüyor;
“Bana değil öğretmen hanıma, hanıma” diyordu.
“Ona da teşekkür ettim Mehmet amca. Allah razı olsun” dedim.
Sonra dayanamadım yine. İçimi kemiren soruyu ona da sordum. Bu kadın ne diye verdi bu arsayı? Anlamak istiyordum. Çok iyi adam Mehmet amca. Beni de yakın gördü belli ki.
“O vermesinde kim versin? Öğretmen” dedi ve başladı başlarından geçmiş üzücü hikâyeyi anlatmaya. Serap’ın ablası Serpil’in hikayesini.
Congratulations @yusufyusuf ! You received upvote from @kryptoniabot & @kryptonia for your task of 5.15 SUP Today.
Remember to receive votes from @kryptoniabot
Run a task on Kryptonia.
Use the tags KRYPTONIA or SUPERIORCOIN in your Steemit post.
Delegate to the Kryptonia Upvote by clicking links: 10SP , 50SP , 100SP , 500SP , 1000SP
Due to an increased amount of tasks, we have changed up the voting power to evenly spread out the Upvote amount.
You got a 91.41% upvote from @spydo courtesy of @yusufyusuf! We offer 100% Payout and Curation. Thank you.
You got a 96.88% upvote from @luckyvotes courtesy of @yusufyusuf!
You got a 19.98% upvote from @minnowvotes courtesy of @yusufyusuf!