YAN KAPIMIZDAKİ KOR ELBET BİZİ DE YAKACAK

in #tr7 years ago


Zil çaldı. Koca bir hengâme. Herkes bahçeye koşuyor. Havalandırmaya çıkmak mecburi anlaşılan. Bende çocukların arkasından yavaş yavaş bahçeye doğru yürüyorum. Eski konağın caddeye bakan pencerelerinden karşıdaki parkın ağaçlarını izleyerek geçiyorum koridoru. Adana’da hava şahane bu mevsimlerde. Orhan hocanın sınıfının önünden geçerken haftalardır çalan aynı şarkı duyuluyor. Yine radyonun sahibinin kızının kendisi için istettiği parçanın kaydını dinliyor belli ki. “Orhan hocaya” diyor spiker buğulu sesiyle övgüler yağdırarak. Gurur duyarak anlatır sık sık. “Bir öğretmen için” der “en büyük hediye öğrencilerinin sevgisidir.” Arkasına da ekler: “basınla da arayı iyi tutmak lazım. Sonuçta artık güç onlarda. Vallaha bir anonsa bakar ayağını kaydırmaları.”
Şarkıyı mırıldanarak bahçeye atıyorum kendimi. Asiye ablaya yakalanmadığım iyi oldu. Yoksa yine o acı çayını içmek zorunda kalacaktım. Okulun hademesi Asiye abla. Kocası gazi, o yüzden bu okulda iş vermişler diyeti olarak. Küçük oğlanı da buraya yazdırmışlar. Okul yardımı vesaire. “Geçinip gidiyoruz işte hocam. Allah büyüklerimizden razı olsun” diyor her seferinde. Diyemiyorum ki senin kocanı o büyüklerin bu hale getirdi abla diye. Alıp çayı içiyorum bende. Pek bir mutlu oluyor. Ona yapabildiğim yegâne iyilik.
Ahmet hocadan kaçmak mümkün olmuyor ama. Bahçe nöbetçisi çünkü o gün. Gülümseyerek geliyor. Muhtemelen yine doksanlardaki mecburi hizmet günlerini anlatacak. Terörün terör olduğu zamanlarmış. Sanki terörün terör olmadığı zamanlar varmış gibi. İnsanlar başkalarının acılarına bakmayı bilmediği için bu haldeyiz birazda. Ateş düştüğü yeri yakıyormuş illa. Aynı canı paylaşmadığımız sürece sadece düştüğü yeri yakacak o ateş ve sürekli insanlar başkalarının acılarını küçük görecekler. Yinede Ahmet hocayı kırmak istemiyorum, sabırla ve müdahale etmeden dinliyorum anlattıklarını. İyi niyetli birisi. Tipik bir Ecevit memuru. Bir yanı kap kara diğer yanı rengârenk. Arka bahçeye kadar yürüyoruz birlikte. Yol boyu yere bakmışım, hiç farkında değilim. Kafamı kaldırınca görüyorum ki bahçenin köşesindeki çöp kutusunun etrafında onlarca öğrenci toplanmış, bir tanesi de içine girmiş kartonları dışarıya atıyor. Hızla o tarafa gidiyoruz hocayla. Yaklaşınca anlıyoruz gerçeği; öğrencilerin akranı bir çocuk kartonları atıyor duvarın diğer yanındaki arabasının içine. Yaşları aynı, yüzleri farklı. Onun yüzü ifadesiz, donuk. Bocalıyoruz hocayla birkaç saniye. Ne diyeceğimizi bilemeden baka kalıyoruz öylece. Çocuk bizi görünce telaşlanıyor. Tellere doğru atılıyor birden. “Aman!” deyip ayağına yapışıyorum. “Tamam” diyorum “bir şey yok, yavaşça çık.” Kalan kartonları da tutuşturuyorum eline. Duvardan atlarken minnetle bakıyor gözlerimin içine. Sonra yüzünde yine aynı ifadesiz donuk bakışı görüyorum. O bakış ateş gibi düşüyor yüreğime. Caddede kayboluşunu izliyorum. Sonra çocuklara dönüp “izleyecek ne var” diye uzaklaştırıyorum oradan. Yüzlerinde ki şaşkınlık ürkütüyor beni. Her şeyin farkındalar o masum yürekleriyle. Bir kez daha anlıyorum, ateş sadece düştüğü yeri yakmıyor.