There are a lot of problems in Turkish cinema. So I deciede to make a blog serie about it. The most important source of these problems are the directors that young filmmakers had takes examples. One of these directors is Zeki Demirkubuz. He is actually a director with very successful films. But he become false example with failed films in recent times. Young directors imitate him. Imitation is always bad. But false imitations are always brings chaos. I will criticize Turkish cinema through Zeki Demirkubuz in the first part of this serie.
Türk sinemasında bir çok sorun var. Eminim ki bunları yazmakla bitmez. Yazarak bir fayda da oluşturmaz. Çünkü yıllardır film eleştirmenleri veya sinemaseverler bu sorunları dile getiriyor. Fakat hala bir etkisi yok maalesef. Ben gene de bu konuda yazmak istedim. Sorunları dile getiren bir seri oluşturuyorum. İlk değinmek istediğim konu da taklit. Başlıkta Zeki Demirkubuz üzerinden bir eleştiri yazdım fakat eleştirinin asıl hedefi o değil, onu taklit eden sinemacılar. Aslında tüm taklitçi sinemacılar. Yani sinemamızın %99'u. Ben öğrencilik yıllarımdayken moda olmuş yönetmen Zeki Demirkubuz'du. Öğrenciler de festival filmi yapan genç yönetmenler de onu taklit ediyordu. Sonra modası geçti ve onun yerini başka yönetmenler aldı. Fakat her zaman taklit edilecek bir yönetmen bulundu. Bu yazıdaki yönetmen eleştirim, tüm taklitleri kapsamaktadır. Neden taklit etmemeliyiz ?
Zeki Demirkubuz başarılı filmler çekmiş, daha sonra o ruhu kendinde kaybederek gayet sıkıcı ve hiç bir şey anlatmayan filmlere imza atmış bir yönetmendir. Onun bu filmleri ''samimiyet'' veya ''gerçekçilik'' adı altında övülmüş, boş senaryolar gereksiz övülerek Türk sinemasında yanlış bir örnek oluşturulmuştur. En büyük sorun da buradan kaynaklanıyor. Zeki Demirkubuz istediği filmi istediği şekilde çekebilir. Bağımsız yönetmen zaten bu demektir. Benim veya başkalarının başarılı bulmasına gerek yok. Fakat sorun, yanlış bir örneğin yüceltilip genç sinemacılar tarafından taklide dönüşmesidir. Taklit zaten kötü ve zararlıdır. Yanlış taklit ise sinemamızı kaosa sürükler. Ki öyle de oldu. Her yerde birbirinin aynısı filmler, belli bir türü oluşmamış ve dili olmayan bir sinema.
Yukarıda gösterdiğim film gibi ana akım örneklerine hiç girmiyorum. Çünkü onlar aynı yabancı müziklerden birebir alınan veya çalınan Türkçe pop şarkılarından hiç bir farkları yok. Şuanki durum ne kadar kurtarılır veya düzeltilir mi hiç bilmiyorum. Takip ettiğim ve hala güvendiğim sinemacılar var. Aslında en çok da onlara güveniyorum. Sinema eleştirmenleri kanalında da hala güvendiğim insanlar, bu durumu dile getirerek bir değişiklik oluşturmak istiyor. Fakat eleştiri yapısının kötü gözüktüğü bir ülkede, yapılan her eleştiri saldırı olarak algılanıyor. Her şeyden önce eleştiriye açık olmak gerekiyor sanırım. Bir daha ki yazıda Türk sinemasındaki problemlere devam edeceğim. Esenle kalın.
taklitten kurtulup özgün olabilirsek hollywood ve bollywood ile yarışabilecek seviyeye gelebiliriz.
Upvoted nice posts
Yazdıklarınıza tamamen katılıyorum. Türk sineması popüler olanın kölesi olmuş durumda maalesef. Özgün içerik yaratmak ve bunun üzerine çokça emek harcamaktansa (çünkü özgün olmak, kendi tarzını yaratmak zaman ve çaba ister) başarılı bir işi taklit etmek daha "kârlı" Türkiye'de. Yönetmen özgün olmak istese bile kaynak bulamadığı noktada yapımcının isteklerine uymak durumunda kalıyor.
İşin bir başka boyutu da halkın özgün, yeni içerikten ziyade alışık olduğu içeriği yeğlemesi. Pelin Esmer, Emin Alper, Onur Saylak, Seyfi Teoman gibi isimleri bırakın Reha Erdem, NBC gibi isimlerin bile toplumun çok kısıtlı bir kesimi tarafından takip ediliyor hatta biliniyor olması çok acı. Zeki Demirkubuz'un filmlerine karşı olan eleştirinize katılsam da genç sinemacıların kendi tarzlarını bulma yolculuğunda "taklit etme" yolunu meşru buluyorum. Dediğim gibi, bu taklit kendi tarzını oluşturana kadar devam etmeli. Zira Türk sinemasının yetiştirdiği en büyük yönetmenlerden olan NBC, Ozu, Tarkovski gibi yönetmenleri "taklit" ederek kendi çizgisini oluşturduğunu belirtmiştir. Bu yüzden genç sinemacı ucuza, basite kaçmayacaksa, sevdiği yönetmenleri taklit etmesinde sorun yoktur diye düşünüyorum.
Bu mecrada bu gibi "sorunları" tartışabilmek çok güzel, yazınız için teşekkür ederim, serinizin takipçisi olacağım :)
Söylediğiniz isimleri zaten halktan bilen çok fazla yok maalesef. Eğer muhalif bir duruşları varsa, muhalif söylemlerinden dolayı bilinen isimler var sadece. İşleriyle kimse ilgilenmiyor. Türk sinemasında en çok tartışılan konu, filmler mi kötü yoksa izleyici mi ? sorusu. Cevabını bilemesem de bu sinemayı kısır bir döngüye soktuğu kesindir maalesef. Taklit konusunda da haklısınız. Uluslararası anlamda başarılı olan yabancı yönetmenler de ''ilham'' kaynaklarına sahipler. NBC'nin ilham kaynağıdır Tarkovski. Fakat siz bir filmin kadrajından senaryosuna kadar birebir alınca taklit oluyor ve hiç bir getirisi olmuyor maalesef :) Sizin de belirttiğiniz gibi ''ucuza ve basite'' kaçtıkları için oluyor sorunlar.
Ben de okunup bunun üzerine tartışabildiğim için mutluyum. Yorum için teşekkürler :)