Okuma alışkanlığımı 15 yaşında kazanmıştım. Okurken kendimden geçiyor, çevremden soyutlanıyordum. Ne bana seslendiklerini duyuyordum, ne de dokunuşlarını hissediyordum. Her okuduğum eserde yepyeni yerlere yolculuk ediyor, empati yapmayı öğrenmeye başlıyordum. Ancak kendi içime yolculuk yapmayı başarmam Dostoyevski ile tanışmam sayesinde oldu.
O güne kadar onlarca yazardan kitaplar okumuştum ancak kendimi bulduğum, yüzüme tokat vuran kişi Dostoyevski oldu. Raskolnikov'un vicdan azabını sanki kendim cinayet işlemiş gibi duyumsayarak sarsıldığımı hâlâ unutmadım. O günün ardından artık kimliğimi kaybetmiştim. Gerçek İnsan olmaya doğru bir adım attığımı anladım. Cemal Süreya gibi onu okuduğum günden beri huzurum yok, Varoluşum hakkında derin düşüncelere dalıyorum.