Yine uyku tutmayan gecelerden birinde Bayan Watson, sırtındaki piyanoyu asansörsüz bir evin yedinci katına çıkarmakta olan yaşlı bir hamal gibi, altında ezildiği yorganı, kararlı bir hareketle üzerinden sıyırıp attı.
Upuzun koridorda, ağır ve kendinden emin ilerleyişi esnasında, odalardaki sensörlerin itaatkar yanış sönüşlerinden hoşnut olarak çalışma odasına girdi.
Başlangıçta sadece bahçede enerji tasarrufu sağlamak amacıyla yaptırdığı bu yeni aydınlatma sisteminin bambaşka hazların kapılarını araladığını fark eder etmez, hemen ilgili şirketi arayarak ev içi modellerin fiyatlarını soruşturmuştu.
Düşünsenize, siz odaya girdiğiniz anda yanan ışıklar ve siz odadan çıktığınız anda sönen ışıklar…
Üstelik insana kendini böylesine dünyanın merkezinde hissettirecek bir ürün için mükemmel denilebilecek bir fiyattı kendisine sunulan…
Her zaman emrine amade ve kendi özgür iradesi ile ona kölelik eden lambalardan oluşan bir ordu yaratabilirdi. Üstelik sadece 43 dolar karşılığında. Ve eğer bir gün, daha güçlü, daha akıllı ve daha kalabalık bir ordu yaratmak isterse, ihtiyacı olan tek şey 38 dolarlık bir ek sistemdi.
İnsan yeterince isterse ve 87 doları da varsa, ışığın bile boynunu bükebiliyordu işte…
Çalışma masasının üzerinde duran ucuz Bourbon’dan bir kadeh doldurdu ve tek dikişte içti. İkinci ve bu kez duble hazırladığı kadehi eline alıp bilgisayarının açma tuşuna bastı.
“İyi geceler Susan...Ne yapmamı istersin?” dedi bilgisayar.
Aslında ona bu şekilde hitap eden pek kimse yoktu hayatında. Hatta çoğu insan onun isminin Bayan Watson’dan fazlası olduğunu bilmezdi bile.
58 yaşındaydı. Hiç evlenmemişti. Hiç çocuğu yoktu. Kürtaj olması bile gerekmemişti hayatı boyunca. Anne ve babası yıllar önce ölmüştü. Ne yüzlerini ne de seslerini hatırlamıyordu şimdi onların.
Bütün çocukluk anıları, uzak geçmişte, yanlışlıkla izlenip, sonra da bir kenarda unutulmuş berbat bir film gibi rulo halinde duruyordu sanki.
Hiç dostu yoktu. Bir arkadaşı olduğu bile söylenemezdi. Sadece bazı tanıdıklar;
Apartmandaki komşular, marketteki alışverişleri sırasında kendisine bol bol boş poşet veren kasiyer kız ve o bilgisayar.
Şu durumda hiç kimse bilgisayarının ona ismiyle hitap etmesinde bir beis görmez, aksine, mütecessis olanlar Bayan Watson’un ilk adını öğrenebildiğine sevinirdi bile…
Sanki hiç kimseden mail beklemiyor değilmiş gibi, otoriter sesiyle;
“Mail kutumu aç” diye buyurdu…
“Derhal Susan” dedi bilgisayar ve Bayan Watson’un 2023’ten bu yana, reklam amaçlı olanlar dışında hiç mail görmemiş olan Mail kutusu, her seferinde insana “bugün geri kalan hayatının ilk günü”ymüş hissi veren açılış melodisi eşliğinde masaüstüne yerleşti.
Tam Bayan Watson’un da beklediği gibi kendisine hiç mail gelmemişti.
Kadehinden bir kerede yutması ustalık gerektiren dolgun bir yudum aldı.
İki kerede yuttu…
Bu gece sanki her şey üstüne üstüne geliyordu…
Gergindi ve kesinlikle gevşemeye ihtiyacı vardı.
Tam yalnızlığıyla onun kadar barışık olmayı başaramayan insanların, kendilerine yapay zekalı eşler aradığı televizyon şovunu açması için bilgisayarına komut vereceği sırada;
“Okunmamış bir yeni mailin var Susan” uyarısıyla koltuğunda dikleşti.
Kimden olabilirdi acaba?
“Ne Sensör” firmasının fazla mesaiye kalarak gecenin bu saatinde müşterilere promosyon maili yollamayı kendine eğlence edinmiş bir çalışanı yoksa, bu mail hiç kimseden olamazdı.
“Okunmamış maili aç” dedi sesi heyecandan hafifçe titreyerek.
Büyük puntolarla;
“ Şimdiki aklınız olsaydı nasıl biri olurdunuz?” yazıyordu ekranda.
Altıncı hissi pek kuvvetli olmamasına rağmen Bayan Watson, hayatını değiştirecek bir promosyonun kapılarını araladığını daha o anda hissetmişti…
Dört dakika elli altı saniyelik tanıtım videosunu başlatırken, dört dakika elli altı saniye sabredemeyecek kadar büyük bir merak içindeydi yaşlı kadın.
Çünkü şimdiki aklı olsaydı nasıl biri olacağı hakkında şimdiden pek çok tahmini vardı.
“Şimdiki aklınız olsaydı nasıl biri olurdunuz, hiç düşündünüz mü?”
Hayır, gerçekten de hiç düşünmemişti bunu Bayan Watson.
Ama gerçek bir insanla evlenmeyi vadeden programlar dururken, yapay zekalı bir eş için o televizyon şovunda kendini küçük düşürecek biri olmayacağı kesindi.
“Şimdiki aklınızla nasıl bir hayata sahip olurdunuz?”
Bu sırada ekranda, Bayan Watson’un çoğunun kim olduğunu bilmediği, tarihin çeşitli dönemlerinden önemli insanların görüntüleri ardı ardına belirip kayboluyordu.
Gandhi, Oscar Wilde, Nikola Tesla…
Lady Diana, Platon, Elvis Presley, Robin Hood,…
Einstein, Halil Cibran, Oscar Schindler, Bülent Ortaçgil …
Salvador Dali, Nina Simone, Jose Mujica
Bunlardan bazılarıydı...
“Hangi yanlış seçimleriniz sizi mutsuz etti?”
Ve ekranda yine Bayan Watson’un çoğunun kim olduğunu bilmediği ve tarihe adını berbat harflerle yazdırmış, bazı tanıdık simalar görülüyordu...
Saddam Hüseyin, Kristof Kolomb, Adolf Hitler…
Hugh Grant, Nagehan Alçı, Charles Bukowski...
Kırmızı başlıklı kız, Bülent Ersoy, Firavun 2. Ramses…
Bunlardan bazılarıydı…
“ Hayatınızı baştan yaşama şansınız olsaydı neleri farklı yapardınız?”
Bu sırada ekranda, Türk televizyon kanallarında gösterilen, kalabalık, mutlu ve gürültücü ailelerin Ramazan sofrasında hep birlikte sucuk yedikleri reklamlarda gördüklerine benzer, neşeli sahneler akıyordu.
Yıllar önce Büyük Orta Doğu Harbi sırasında ülkesinden kaçmak zorunda kalan Türk asıllı bir adamla yakınlaşmıştı…
Belki yirmi beş, otuz sene evvel…
Adam Bayan Watson’ın dominant hallerine ve ben merkezci yaklaşımlarına ayar olduysa da kalacak yere ihtiyacı olduğundan kadının bu hallerini bir süre alttan almış, eve iyiden iyiye yerleştikten sonra ise saltanatı ele geçirmesi fazla uzun sürmemişti.
Birlikte yaşadıkları üç ay, on dört gün süresince Bayan Watson, hem Müslüman gelenekleri, hem de Türk örf ve adetleri hakkında hiç merak etmediği birçok şey öğrenmiş, ama en çok koyunun kalın bağırsaklarını bir iç harç ile doldurarak yaptıkları Mumbar dolmasına şaşırmıştı.
Şoförünün kapıyı açmasıyla Limuzininden inen zengin iş adamı kılıklı bir beyefendi ile bir dönem Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanlığını da yapmış ve tarihe adını “Büyük Orta Doğu Harbini resmi olarak başlatan adam” olarak yazdırmış, rahmetli iş adamı Donald Trump’ın Birleşik Devletler bayrağını öperken çekilmiş görüntülerinin birbirini izlediği sırada;
“ Belki daha iyi bir eğitim alırdınız ve hep hayalini kurduğunuz o holdingde üst düzey bir yönetici olurdunuz…”
Bayan Watson’ın gözleri parlamıştı. Yönetici kelimesi ardarda yankılanıyordu kulaklarında.
Yönetici...Yönetici...Yönetmek…
Evet pekala harika bir yönetici olabilirim diye düşündü içinden. Ne de olsa o bir insan sarrafıydı. Bir bakışta çözerdi kimin ne olduğunu...Yalnız Türk’ler hariç…
“Belki de farkına çok geç vardığınız bir yeteneğinizi ön plana çıkarmak için vaktinde çalışmaya başlar ve dünyaca ünlü bir yıldız olurdunuz…”
Yıldız...Yıldız...Yıldız…
Elbette yeterli imkan sağlansaydı, Bayan Watson’un bu zenci gırtlağıyla, dünyanın en ünlü jazz vokali olmasının önüne kimse geçemezdi…
(Bu arada Bayan Watson’un köklerinin angle sakson olduğunu okuyucuya hatırlatmakta fayda var.)
Üstelik medyanın kendisine bayılacağından da emindi. Onun ancak, belirli ve çok küçük bir kitle tarafından anlaşılabilen mizahı, şüphesiz balın ayıyı çektiği gibi kendine çekerdi bütün paparazzileri.
“Belki öyle bir şey icat ederdiniz ki, gezegeni yok olmaktan siz kurtarırdınız…”
“Ezan sırasında otomatik olarak sesi kısılan ve ezan bitince yine otomatik olarak sesi açılan radyo” diye haykırdı Bayan Watson oturduğu sandalyeden heyecanla fırlayarak.
Bu dahiyane fikir de Türk sevgilisinin ona kattığı birikimin sonuçlarından biriydi.
Dünyada hala icat edilmemiş bir şey kaldıysa, bu kesinlikle Müslüman tüketiciyi hedef alan, helal bir proje olmalıydı.
Ne de olsa çıtçıtlı baş örtüsünü icat etmeleri için bile bin beş yüz yılı aşkın süre geçmesi gerekmişti...
“Belki de dünya şampiyonu bir sporcu…”
Sporcu…
Tabii ya; kırk yaş daha genç ve yirmi iki kilo daha zayıf olsa, Bayan Watson’un olimpiyatlarda altın madalya kazanmakla arasında kim durabilirdi.
“Ya da belki bir diplomat…
Hatta büyük bir devlet başkanı…”
“Devlet Başkanı mı? ııh…”
Bu teklif pek çekici gelmemişti yaşlı kadına. Uzun yıllardır devlet başkanlarının hikayeleri arasında sonu iyi biten bir tane duymamıştı.
“Şimdiki aklınız olsaydı kendinize nasıl bir hayat kurardınız?”
Evet, şimdiki aklı ile hayatını tekrardan yaşama şansı olsa Bayan Watson, kesinlikle çok çalışır, çabalar, vaktini boş hevesler uğruna heba etmez, bütün hayatını bir mucize olmasını ya da bir kurtarıcının gelip kendisini kurtarmasını, ya da milli piyangodan büyük ikramiye çıkmasını, ya da onlara kendinden hiç bir şey vermediği halde insanların kendisini sevmesini beklemez, başarısızlıklarının suçunu hep başkalarının üzerine atmaz, dünyadaki bütün aksiliklerin kendi başına geldiğini sanmaz, etrafını manipüle ederek insanlar üzerinde üstünlük sağlamaya çalışmaz, arzu ve ihtiyaçlarının peşinde oradan oraya savrulmaz, bağımlılıklarının kölesi olmaz ve bir Türk’e kendisiyle yaşamasını teklif etmezdi.
“İşte size ikinci bir fırsat…Hemen bir İnçTrans bayisine gelin ve tamamen sağlığa uygun koşullarda, konusunda uzman Transfer ekibimizin profesyonel yardımları eşliğinde bilincinizi BKB’nize, yani “Bebek Kopya Beden”inize naklettirin ve şimdiki aklınızla hayatınızı baştan yaşayın…
Üstelik kısa bir süre için, ücretsiz iki ek yetenek ve lüzumsuz veri sildirme hizmeti de İnçTrans’dan size hediye…
Haydi, henüz vakit varken, bilinciniz hala yerindeyken...
Aramak sizden, nakletmek bizden…”
Bayan Watson bir saniye bile düşünmeden, başvuru kutucuklarını yalan yanlış doldurdu.
Yarın sabah, ofise gelip onun başvurusunu inceleyecek olan İnçTrans müşteri ilişkileri görevlisi, iki üniversite mezunu, üç dil bilen, profesyonel olarak, resim, müzik ve eskrimle meşgul olan, boş vakitlerinde Somali’deki açlığı bitirmek için çabalayan ve çevresinde bir hayli tanınıp, sevilen bu sosyal sorumluluk avcısı kadını, yeni bir bedende, yeniden insanlığın hizmetine sunacak olmanın haklı gururu ile, derhal iki gün sonrasına bir randevu ayarlayacaktı.
Bu hikaye sonunda nereye mi vardı?
Doğrusunu söylemek gerekirse, aynı yere...
Gerçi Bayan Watson’un kendisine kaç kere şans verilirse verilsin, sonunda aynı bedbaht ve kimsesiz hayatı yarattığını görebilmesi için son yüz yılda altı kere bilincini yeni bir bedene naklettirmesi gerekti ama, sonunda gittiği yere kendini de götürdüğünü anlayabildi ve nihayet 2146 senesinin ılık bir Mayıs ikindisinde hiç kimsenin katılmadığı bir cenaze töreni ile, kendi kendini ebedi istirahatgahına uğurladı.
Ve hataları yüzünden suçlayabileceği kimsenin olmadığı bu yerde sonsuza dek mutlu yaşadı…