5N 1 KELOĞLAN

in #tr6 years ago (edited)

“Bir varmış, bir yokmuş; Allah’ın kulu çokmuş.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber iken, develer tellal iken, Ben
anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken ”; yeryüzünün tamamına hakim bir padişah
varmış…

Adaleti ve bilgeliği ile gönüllere taht kuran hikmetli padişah, günlerden bir gün, kendine
güvenen her pehlivanın katılabileceği bir yarışma düzenleyeceğini ferman buyurmuş. Bu
yarışmada kudretli padişahın soracağı soruyu doğru yanıtlayan yiğit, payitahtın en büyük
hediyesinin de sahibi olacakmışmış...

“ Var varanın, sür sürenin,
Destursuz bağa girenin hali budur hey !”
Payitahtın en büyük hediyesinin merakı ile yiğitler tez dayanmışlar sarayın kapısına ve
demişler ki;

“Padişahım sen çok yaşa!”
Yârân-ı safa,
Bekri Mustafa,
Kaynadı kafa...
Ak sakal,
Kara sakal,
Pembe sakal,
Yeni berber elinden çıkmış bir taze sakal …”

Ve padişah, yüce hanedanlığın balkonundan seslenmiş meraklı kalabalığa;
“Bre pehlivanlar, yiğitler; her kim ki sualime doğru yanıt verirse, onu paha biçilmez bir
servet beklemekte...Lakin boş laflarla vaktimi çalmaya kalkanın kellesine acımam, ha bu da
böyle biline!”

O zaman yiğitlerin bir kısmı, eskilerin “Moon Walk” tabir ettiği bir dans figürü ile geri saflara
seyirtmiş ve bir kısım yiğit de olduğu yerden hiç kıpırdamamış.
Ve hep birlikte padişaha seslenmişler;

“Kasap olsam sallayamam satırı,
Nalbant olsam nallayamam katırı,
Hamamcı olsam dost ahbap hatırı...
Doğru kelâm; birgün başıma yıkıldı hamam…”

Ve uzatmayalım; nihayet sormuş Hazreti padişah, yiğitten çok yiğit olanlara;
“Size dünyanın en büyük sorusunu soruyorum bre pehlivanlar; söyleyin bana, bu dünyadaki
en büyük soru nedir?”

Birkaç dakikalık sessizlik doğmuş bilgisiz kalabalığın bilgisizliğinden; öyle ki çıt bile
çıkmamış…
Neden sonra, kıpkızıl atının üzerinde şahlanarak çıkmış meydana “ Neden Pehlivan ”;

“ Dereden siz gelin, tepeden ben.
Tahta merdiven,
Taş merdiven,
Toprak merdiven…”
“Ben ki bütün sonuçların sebepleri ve bütün sebeplerin sonuçlarıyım. Ben O’yum ki, her
oluşun da, her bozuluşun da gizi benle dağılır. Ben O’yum ki, kah tekrarlarım kendimi, kah
dönüşürüm yeni bir şeye. Ben bütün oluşları doğuran ana, ben bütün çözülüşleri besleyen
memeyim. Ben soruların şahı “Neden Pehlivan”ım;. Nice yiğitler yanıt bulamaz da, eğilir
karşımda.”

Bunu işiten “ Ne Zaman Pehlivan ” inmiş bu kez meydana. Belki elindeki dev gürzü o kadar
hızlı sallamasa, diğer yiğitler onun korkunç topuzunun büyüklüğünü görebilir ve böylece
ondan daha çok korkabilirlermiş ama su gibi akıp gidiyormuş topuz işte, kimselere
sezdirmeden…

“Tahta merdivenden çıktım yukarı,
Ol güzel kızlar; andıkça yüreğim sızlar.
Ol perdeyi kaldırdım,
Baktım köşede bir hanım oturur…”
“Ben O’yum ki; her doğumun ve her ölümün, o, tek anıyım. Ben O’yum ki; her iyileşmenin
ve her hastalaşmanın mimarıyım. Ben ki olmuşun, olanın ve olacak olanın tamamıyım. Ben
istersem yinelerim her şeyi ve ben hiçbir zaman kendimi yinelemem. Gündüzü ben
perdeler, ben aydınlatırım geceyi. Ben “Ne Zaman Pehlivan”ım. Sizin gözleriniz benim
gürzümün en küçük bir hareketini bile göremez. Benim sözüm bittiğinde hiç kimse, sözüme
başladığımdaki kimse olamaz…”

Bu sözlere öfkelenen “ Nerede Pehlivan ” belirivermiş birdenbire meydanda. Öyle ki hiç
kimse onun oraya nasıl geldiğini görememiş.

“Şöyle ettim,
Böyle ettim,
Tabanının altına bir fiske vurdum.
Buradan kalktık, gittik gittik…”
“Ben O’yum ki, alemleri birbirinden ayırırım. Ben O’yum ki kişileri birbirinden ayırırım. Ben
O’’yum ki, fikirleri, adetleri, töreleri, dilleri birbirinden ayırırım. Beni cevaplayamayan kimse,
kaderinin yolunu bulamaz. Beni cevaplayamayan hiç kimse kendi gerçeğini bilemez. Her
kim yanıtlayamazsa beni, o, yürümesi gereken yoldan uzak düşer. Ben “Nerede
Pehlivan”ım. Benim konağım olmazsa, başka hiçbir sualin yurdu olmaz…”

Kafası iyiden iyiye karışan kalabalık, konuşan her pehlivanı sırayla alkışa tutmuşlar,
elleriyle ve başlarıyla onları onayladıklarını belirten hareketler yapmışlar. Ve dilleriyle de
“doğru, doğru, doğru söylüyor” deyip durmuşlar. Onların bu tutarsız halini gören “ Nasıl
Pehlivan ” daha fazla duramamış geride.

“Az gittik, uz gittik,
Dere tepe düz gittik,
Altı ay, bir güz gittik...
Bir de arkamıza baktım ki,
Bir arpa boyu yer gitmişiz…”
“Ben O’yum ki; bu emme basma tulumbalara yol yordam öğretirim. Ben O’yum ki; şu
sorgulamadan kabul eden akıllara dirilik veririm. Ben O’yum ki, yapılan işin ne zaman ya da
nerede ya da neden olduğu gibi işe yaramaz detayları değil, o işin hangi yolla yapıldığını,
söylerim. Ben ilimlerin kapısı, ben gelişimin anahtarı ve ben öğrenmenin kilidiyim. İşte
bütün bunlardır beni dünyanın en büyük sorusu yapan…”

Düşünmeyi pek sevmeyen kalabalık, hiç duraksamadan onu alkışlamışlar, başlarıyla
onaylamışlar ve hep bir ağızdan “doğru, doğru, doğru söylüyor” diye haykırmışlar.
Bir süredir sakince oturduğu yerde sıranın, yüzündeki alaycı tebessüme ve kendisine
gelmesini bekleyen “ Ne Pehlivan ”, küçük dağları kendi yaratmış fakat küçük dağların
bundan haberi olmayan tavrını da sürükleye sürükleye gelmiş nihayet meydana.

“Yine kalktık, gittik,
Gide gide gittik...
Göründü çin maçin padişahının bağları...
Girdik birine,
Değirmencinin biri değirmen çevirir…”
“Ben O’yum ki; ben O’yum. Ben O’yum ki her soru benden doğar. Ben şeylerin tümüyüm.
Her şey de benim, hiçbir şey de. Etrafınızda hangi şeyi görürseniz ona iyi bakınız, çünkü o
benim. Ben bütün şeylerin sorusuyum ve bütün şeyler benim cevabımdır. Ben
olmadığımda, ne zaman, nerede, nasıl ve neden gibi sorularınıza bir muhatap da
bulunamaz. Bu yüzden dünyadaki en büyük soru benim. Ben “Ne Pehlivan”ım.

Küçük dilini yutmuş kalabalığın alkışları dakikalarca sağnak yağmış, halkı yarı beline kadar
afallatmıştı. Tam artık daha fazla şaşıramayacaklarını düşündükleri sırada, eski bir
türkünün uzaklardan gelen naif tınıları doldurmaya başladı er meydanını;

“Ben bir garip keloğlanım
Eşeğimin yok palanı
Varım yoğum doğruluktur
Hiç de sevmem ben yalanı

Bir kocakarı anam var
Birkaç tavuk bir de inek
Her gün konar kel kafama
Evsiz kalmış birkaç sinek

Olmam kimseye kul köle
Halkın kulağı diliyim
Namertlere avuç açmam
Sivri akıllı biriyim

Keloğlanım budur özüm
Haram malda yoktur gözüm
Garip hakkını yiyene
Elbet vardır bir çift sözüm”

Padişah, bu kel başını omuzlarının üzerinde istemediği besbelli adama sormuş;

“ Gel bakalım, saçsız gafil; dünyanın en büyük sorusunu bilmeden karşıma geçtiysen eğer,
bu kısa ömrünü saç bakımına harcamamış olmak yanına kar kalacaktır.”

“ Aman kudretli padişahım. Hiç saç bakımı yapmaz olur muydum? Lakin ben böyle saçsız
doğmuşum. Alahütalanın takdiri işte. Elleri nasır tutan, zavallı, çilekeş anam da her gece
“Kel oğlum, keltoş oğlum; aklından saçları dökülen zeki oğlum” diye kelimi okşaya okşaya
büyütmüş beni yıllarca. Bundan ala collagen mi olur? Neyse lafı fazla uzatmayayım, zira
uzun laf memleket batırır; ben de fermanınızı duyar duymaz dedim ki anama “ Anacığım”
dedim, “ Hazırla çıkınımı, giysilerimi, bir tas da tarhanamı koy şu sefertasıma, ben de
yarışmaya katılacağım, Cankızı sana gelin edeceğim dedim, düştüm yollara…”

“Bre saygısız, Cankız da nereden çıktı? Yarışmanın ödülü Cankız değil ki!”

“Ne? Yarışmanın ödülü Cankız değil mi? Bize Cankız dediler…”

Padişahın öfkeden moraran dudakları, çamaşır ipinin üzerinden kovulan yeni evli sinekler
gibi titreyerek havalanmış aniden…

“Bre deyyus, bre zındık; dünyanın en büyük serveti diyorum, Cankız onun yanında nedir
ki?”

“Aman padişahım, kızınızdan büyük servet mi var dünyada? Sizin ağzınızdan çıkanı
duymanızı engelleyen kovuğunuz değilse nedir?”

Padişah kalkmış şaha ve bulabildiği en buyurgan notalarla kükremiş hizmetkarlarına;
“Nöbetçiler! Dünyanın en büyük servetini getirin!”

Nöbetçilerin emri almalarıyla, serveti getirmeleri arasında o kadar kısa bir zaman geçmiş ki,
Ne Zaman Pehlivan’ın hafifçe Moon Walk yaptığını görenler olmuş….

Kırmızı ipekle kaplı bir yastığa oturtulmuş, üzerinde soru işareti bulunan bir beyzbol
şapkası gelmiş Keloğlan’ın önüne.

“Aaa” demiş Keltoşoğlan; “Ama bu sadece, kırmızı ipekle kaplı bir yastığa oturtulmuş,
üzerinde soru işareti bulunan bir beyzbol şapkası”

“Bre cahil, bu sıradan bir kırmızı ipekle kaplı bir yastığa oturtulmuş, üzerinde soru işareti
bulunan bir beyzbol şapkası değil.. Her kim başına bu şapkayı takarsa, o anında kollektif
bilinçle bağlantıya geçer ve kafasındaki bütün soru işaretleri yok olur. İşte onu dünyanın en
büyük serveti yapan da budur!” diye çemkirmiş yüce Padişah.
Sol omuzunu kel başına doğru fırlatıvermiş Keloğlan ve;

“Amaaan...” demiş…
”İstemem, eksik olsun; ama yine de sizinle tanıştığıma sevindim. Sağlıcakla kalınız…”

Şaşkın Padişah sarayı terk etmekte olan oğlanın kel ardından seslenmeden duramamış;
“Dur bakalım bre küstah, koskoca padişaha sırtını dönüp de nereye gidersin? Sorunun
cevabını söyle hele!”

“Söylerim ama ödül olarak Cankızı isterim. Kırmızı ipekle kaplı bir yastığa oturtulmuş,
üzerinde soru işareti bulunan beyzbol şapkanız sizin olsun.”

“Tamam ulan kerata” demiş sevecen Padişah, “Doğru cevabı söylersen söz, vereceğim
sana Cankızı”

İşte o zaman derin bir nefes almış bizim oğlan, kendinden son derece emin bir şekilde
bakmış soylu avının gözlerine ve;

“ Benim” demiş…
“Dünyanın en büyük sorusu benim. Ben O’yum ki, bütün soruların efendisi ve padişahı. Ben
O’yum ki hiçbir zaman çözülemeyecek bir muamma.. Ben O’yum ki, diğer beş soruyu ve
onlardan başka tüm soruları sorabilecek yegane soru. Ben olmazsam, hiç bir şeyin neden
olduğunu da, nasıl olduğunu da, ne zaman ya da nerede olduğunu da ve hatta o şeyin ne
olduğunu bile sorabilecek hiç kimse olmaz ortalıkta. Ben “İnsan Pehlivan” ; soruların
sorusuyum. Ben soruları soranım ve aynı zamanda cevaplanamamış olanım da. “

Padişahın ağzı bir karış açık kalmış tabi. E sözünden caymak da olmaz, adam koskoca
padişah sonuçta; vermiş mecbur Cankız’ı Keloğlan’a.

Bizimki takmış Cankız’ı gururlu koluna, Padişah kayınpederinin elini öpüp hayır duasını
almış ve giderken de kulağına şu sözleri fısıldamış;

“Ah kayınpeder babacığım, böyle boş işlerle uğraşacağınıza, keşke şu ağzınızdan çıkanı
duymanızı engelleyen kovuğunuzun yerine, şu, kırmızı ipekle kaplı bir yastığa oturtulmuş,
üzerinde soru işareti bulunan beyzbol şapkasını taksaydınız da kafanıza, aklınızdaki soru
işaretlerinden anında kurtulsaydınız…”