Başucu filmleri vardır, insanı derinden etkilerler. Açıp-açıp izlersin, sonra bir daha, bir daha... Aşağıda anlatacağım film de onlardan bir tanesi.
Film bu soru üzerine inşa ediliyor. “Siz hiç âşık oldunuz mu?” Hani bir görüşte kalbiniz tutukluk yapar ya, belli bir süre atmaz olur! Hani dudaklar acziyetten kilitlenir ve gözler donar oracıkta kalır, alamaz kendini... Dalgalar sahildeki kayalıkları inceden inceye gelip yalar ve dolunay güzel yüzünü Akdeniz’in serin sularına yaslayıp yakamoz olur! Dağın yamaçlarından aşağıya doğru yaramaz bir çocuk gibi koşarak inen meltemler, sahildeki ağaçların saçlarını okşar. Sırma saçlı, kalbi bir güvercin kalbi gibi hiç durmadan atan, ürkek bakışlı bir kadın karşınızda. O an eşsiz bir musiki sesi gelir, sizi bam telinizden vurur. Aşk için her şey tamamdır. Deniz, ağaçlar, gece, mehtap, müzik ve ürkek, güzel bir kadın ve masum, utangaç bir adam! Bu evrensel hikâyenin yeri ve zamanı değişse de içeriği pek değişmez. Aşk her yerdedir. Ve yeryüzünde unutulmaz yirmi aşk şiiri vardır ki, onlardan bazıları ünlü şair, ozan Pablo Neruda’ya aittir. Ve bir film düşünün ki bu aşk adamının, dava adamının hayatından bir kesit anlatsın!
Yılın en iyi filmi, en iyi erkek oyuncu, en iyi yönetmen gibi dallarında Academy ödülüne aday olmuş, ödül kazanmış ve en iyi müzik dalında Oskar ödülüne uzanmış bir film, Postacı. Filmi izleyen birinin “soğanı elma gibi yiyebileceğimi öğrendiğim film” diyebileceği kadar mütevazı, “aşkın en derinini yaşadım” diyeceği kadar romantik, “dava şuurunu benliğime kazıdım” diyecek kadar da deruni bir film...
Kısaca özetlersek Postacı filminde, 1950’lerin faşist İtalya’sına sürgün olarak gelen, komünist bir şairin hayatından kısa bir kesit anlatılmaktadır. Dünyaca ünlü Şilili komünist şair Pablo Neruda siyasi sebeplerle ülkesi dışında yaşamak zorunda kaldığı sürenin küçük bir kısmını burada geçirir. Mektuplarını taşımakla görevli postacı Mario’yla kısa sürede dost olurlar. Büyük ozan Neruda bir gün evinin denize bakan balkonunda otururken Postacı gelir. Neruda postacıya bakar ve göz göze gelirler.
Postacı: Ben de sizin gibi bir şair olmak isterdim?
Neruda şaşkın bir ifadeyle postacıya bakar.
Neruda: Mario daha açık konuş?
Postacı: Demek istiyorum ki, ozan olsaydım söylemek istediğim her şeyi söyleyebilirdim.
Neruda: Ne söylemek istiyorsun peki?
Postacı: İşte asıl sorun bu ya, ozan olmadığım için söyleyemiyorum.
Masum, saf bir postacı ve onu can kulağıyla dinleyen büyük bir şair… Neruda’nın, postacıyla son nefesine kadar sürecek olan dostluğu böyle başlar. Postacı Mario her gün mektupları bırakırken ünlü şairle sohbetler eder. Ve bir gün Mario, ozanın yanına koşarak gelir ve âşık olduğunu açıklar.
Postacı: Ben ağır bir hastalığa tutuldum.
Neruda: Ne oldu, neyin var?
Postacı: Yok yok öyle değil! Daha ağır bir hastalık!
Neruda: Öyle olmayan ne? Peki, nedir bu hastalık?
Postacı: Ben âşık oldum!
Neruda postacıya gülümser ve "Ağır hastalık sayılmaz, çaresi var" diyerek kızın adını sorar. Postacı “Beatrice” deyince Neruda “işte aşk budur!” der ve Dante'nin büyük aşkının adı da Beatrice’dir, Beatrice Portineri ve her büyük şairin Beatrice’ine yazdığı ünlü birde şiiri vardır. Neruda aşkı ve aşkın şiire açılan kapısını postacıya gösterir. O günden sonra Mario her gün şair olmak aşkıyla yanıp tutuşur.
Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Neruda, daha sonra Paris'e Büyükelçi olarak gönderilir. Şair ile postacı arasındaki dostluk asla kopmaz. Sürekli olarak mektup yazan Neruda, postacı dostuna ses kayıt cihazı göndererek şunları ister: "Denizi özlüyorum. Kuşları özlüyorum. Bana evimin seslerini gönder. Bahçeye gir ve çanları çal. İlk önce rüzgârın hareketiyle sallanan küçük çanların ince seslerini kaydet, sonra büyük çanın ipini beş altı kez çek. Kayalıklarda yürü Mario, dalgaların patlayışını kaydet." Bunlar şairin ilham kaynağıdır. O sesleri duyunca ilham alacaktır ve yeni gelecek olan nesillere şiiri anlatacaktır. Bu bakımdan postacı Mario sadece bir postacı değil, bunun yanında sonradan gelecek genç kuşaklara bırakılacak şiirlerin ilham kaynağı olacaktır.
Filmin sonunu size bırakıyorum. Ama şunu bilin ki, gerçek hayatta olan olayın tam tersini filme uyarlamışlardır. Çünkü bazen ufak rötuşlarla hayat daha dramatik olabiliyor. Pablo Neruda Şili’ye geri döndüğünde oldukça hastadır. Kısa bir süre sonra çok sevdiği ülkesinde büyük bir düş kırıklığı yaşar. Dikta rejiminin askerleri şairin evini abluka altına alırlar. Mario, şairin kapısını zor da olsa çalmayı başarır. Neruda, yıllar önce kendisine şair olmak istediğini söyleyen postacı dostunu görünce tutamaz gözyaşlarını. Beatrice ile evlenmiş, bir de oğlan babası olmuştur Mario.
Neruda denize vurgundur, onsuz yapamaz. Şiir, kadın, aşk neyse, onun hayatında deniz de o dur. Neruda hasta yatağından kalkıp pencereden denizi görmek ister ama Mario, "Serin bir rüzgâr esiyor" diyerek karşı çıkar. Neruda'nın yanıtı muhteşemdir: "Ne gizlemek istiyorsun benden? Belki de pencereyi açtığımda deniz artık orada, aşağıda olmayacak. Yoksa onu da mı götürdüler?” Ve size ufakta olsa Pablo Neruda'nın ruhunun esintilerinden bir parça sunuyorum.
Matilde'ye Sone
Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,
çünkü iki yüzüyle karşına çıkar hayat.
Bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın,
ateş de pay alır kendine soğuktan.
Seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,
sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak
bir yolculuğa yeniden başlamak için:
bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni.
Sanki ellerindeymiş gibi mutluluğun
ve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarları
hem seviyorum hem de sevmiyorum seni.
Sevgimin iki canı var seni sevmeye.
Bu yüzden sevmezken seviyorum seni
ve bu yüzden severken seviyorum seni.
Şiiri çeviren: Cevat Çapan