Kar maskesiyle nasıl göründüğünü anlamak için baktığı ayna, sokak kapısına dışarı çıkacağı bilgisini iletmişti. Sokak kapısı, tokmağına dokunulmasına gerek kalmadan kendiliğinden açıldı. Eşyalar zamanla öğreniyor ve birbirleriyle konuşuyorlardı. "Ev sakini ayağa kalkıp kapının yanına geldiğinde, dışarıda kullanılan giysilerden birini de giymişse dışarı çıkacaktır" gibi çıkarımlar yapıyordu eşyalar. Onsekiz eşyaların öğrenmesinden ve birbirleriyle konuşmalarından hoşlanmıyordu. Merhamet isimli organizasyon tarafından yerleştirildiği bu evde eşyalar önceden ne şekilde ayarlanmış iseler öylece kalmışlardı. Onsekiz, eğer zorunlu değilse olayların akışına müdahale etmezdi. Onunla birlikte dışarı çıkmak isteyebileceğini düşünerek Argos’a göz attı. Argos gri tüylerle kaplı başını patilerinin üzerine koymuş uyukluyordu. Yanına gidip üzerine eğilerek başını okşadı. Onsekiz’in dışarı çıkmakta geciktiğini fark eden sokak kapısı evin soğumaması için kendisini kapattı. Eşyalar epeyce akıllıydı. Onsekiz bu durumu takdir etmekle birlikte olup biten bu şeylerden dolayı heyecanlanıyor sayılmazdı. Köpeklerin yaşlanmasını durduran bir aşının bulunduğu ilan edildiğinde örneğin, başkaları gibi, ‘neden kediler ve insanlar için de bulunmadı’ diye hayıflanmamıştı. Belki bir gün herkes için gençlik aşısı bulunabilirdi. Çizgiüstü’ler uzaya çıkmasalar ya da uzaya çıktıktan sonra dünyayla ilgilenmeye devam etseler bunu yapabilirlerdi. Çizgiüstü’lerin bir süredir kediler ve insanlardan daha önemli işlerle meşgul oldukları anlaşılıyordu. Onsekiz aşı haberine ilişkin ilk telaş ve kargaşa geçtikten sonra Argos’a ölümsüzlük aşısı yaptırmış, böylece hayvana olan gönül borcunu ödediğini düşünmüştü. Zaten bezgin bir hayvan olan Argos aşıyı vurulduktan sonra iyice tembelleşmişti. Ölümsüzlük ona çok ağır gelmiş gibiydi. Onsekiz Argos’un kendisiyle gelmek istemediğine karar verip evden çıktı.
Dışarısı soğuk ve esintiliydi, gökten kar ve kül yağıyordu. Sokaklar, küllerin grileştirdiği kardan bir örtüyle kaplanmıştı. İç kesimlerdeki isyancı çeteleri yine bir yerlerde yangın çıkarmış olmalıydı. Çöküş günlerinde yaşanan yokluk ve kıyımlar kıyı kentleri açısından geride kalmış olsa da, huzur ve istikrar tam olarak sağlanmış sayılmazdı; çeteler orman ve kasabaları ateşe verip çevreye dehşet saçarak nüfuz alanlarını genişletme çabasındaydılar. Onsekiz'in retinasında Kaptan'ın "Nerede kaldın?" mesajı belirdi. Kulağının arkasında bulunan yonga üzerinden "Yoldayım, 5 dakika sonra aşağıya inebilirsin" yanıtını iletti Onsekiz. Duman kokan havayı soluyup ağzından buharlar saçarak kulübesinin bulunduğu karla kaplı dar sokağı geçti, sola dönüp Kaptan'ın dairesinin bulunduğu caddeye yöneldi. Karlı sokaklarda uçarcasına ilerleyen az sayıda kapsül motosiklet dışında ortalıkta insan ya da araç yoktu. Soğuktan ve kirli havadan korunma kaygısıyla kent sakinlerinin çoğunluğunun evlerinde kalmayı tercih ettiği anlaşılıyordu. Onsekiz karda geometrik izler bırakan asker postallarına ve kamuflaj desenli pantolonuna bakarak gururlandı. ‘Daha benden geçmemiş’ diye düşündü. 49 yaşında olmasına rağmen bazen kendisini asırlarca yaşamış gibi yorgun hissediyordu. Evinin önüne ulaştığında, altı yaşında bir çocuk olan Kaptan'ı, karlar üzerinde dalgın bir halde uzaklara bakarak kendi kendisiyle konuşurken buldu. Sürmeli gözleri ve uzun boynuyla beyaz bir kuğuya benzeyen bakım androidi yanında Kaptan’a eşlik ediyordu. Bakım androidi yanlarına yaklaşan Onsekiz’e anaç bir tavırla "Kaptan size emanet, hava kararmadan önce gelirseniz iyi olur" dedi. "Geceyarısı olmadan dönmüş oluruz" dedi Onsekiz, bunu söylerken dönüp Kaptan'a beceriksizce göz kırptı. Kaptan Onsekiz'le bakıcı android arasındaki konuşmayı takip etmemişti, dev robotlardan oluşan hayali arkadaş grubuyla sohbet etmekle meşguldü. Bakıcı androidi geride bırakıp limana doğru yürümeye başladılar. Kaptan başındaki pilot başlığı, içi kürklü deri ceketi ve ayağındaki postallarla büyümüş de küçülmüş gibi görünüyordu. "Merhamet özgürlüklerimizi kısıtlıyor, buna izin verilemez" dedi kırk yıllık bir devrimci edasıyla. Onsekiz "Beni kısıtlamıyorlar, gayet memnunum" diye cevap verdi. "Büyüklere çok karışmıyorlar, çünkü siz boyun eğiyorsunuz. Saçma ilkeleri yerin dibine batsın, büyüyünce çocuklara baskı yapmak neymiş göstereceğim onlara". "İlkeleri bana makul geliyor" dedi Onsekiz, sonra nutuk söyler gibi sesini kalınlaştırarak ilkeleri sıralamaya başladı: "Çok çalış, kararlı ol, özgür düşün, sorgula, minnet duy ve merhametli ol" dedi. "Şimdiye kadar çalıştığını görmedim" dedi Kaptan. Onsekiz Kaptan'a görüşmelerinin Merhamet tarafından kendine verilmiş bir görevden kaynaklandığını, dolayısıyla bir tür iş olduğunu söylememişti. Kaptan rastlantı eseri tanıştıklarını ve öylesine görüştüklerini sanıyordu. Kaptan’ın Onsekiz’in arkadaşlığına ihtiyacı vardı. Bakıcı robotlar iyi hoştu ama çocuklar, sağlıklı bir gelişim için kanlı canlı rol modellerine ihtiyaç duyuyordu. Onsekiz iyi bir rol model olduğu kanısında değildi;
kendisini bir tür ucube olarak görüyordu, ancak görevlendirme yapıldığında, bir bildikleri vardır herhalde diye düşünüp itiraz etmemişti.
Sık sık yön değiştiren rüzgâr eşliğinde yağan karla karışık kül, denizi kabartmış gibiydi. Limanın içinde bile çalkantılı olan denizin, açıkta dev dalgalar tarafından köpürtüldüğü görülüyordu. Kıyıdaki özdenetimli gezinti teknesine binip rüzgârdan korunmak için hemen teknenin kabinine girdiler. Özdenetimli teknenin yapay zekâlı kumanda tablosu konuklarını “Güverteme hoş geldiniz” diyerek karşıladı. “İkimiz gezmek istiyoruz, denizin böğrüne bir hançer gibi saplanalım” dedi Kaptan coşkuyla. “Bunlar sizin yaşınızdaki bir çocuk için alışılmadık sözler, ama sorun yok, görevim size hizmet etmek. Yanlış anlamadıysam liman çevresinde deniz gezintisi yapmak istiyorsunuz; mendireğin ardında deniz kudurmuş gibi, hava koşulları nedeniyle alabora olma riskimiz bulunuyor”. Kaptan “Bu gezintiyi istiyorum, Merhamet buna engel olamaz” dedi kararlı bir sesle. “Büyük beyefendi sorumluluğu üstleniyor mu?” diye sordu özdenetimli tekne, konuşurken kumanda panelinde mor bir ışık yanıp sönüyordu. “Bunu uzun zamandır istiyorduk” dedi Onsekiz. “Sözlerimizden riski anladığınızı ve sorumluluğu üstlendiğinizi anlıyorum. Fazla açılmadan mendireğin çevresinde dolaşmak riski azaltır sanırım” dedi özdenetimli tekne. “Tam yol ileri” diye bağırdı Kaptan, dile getirmese de Onsekiz’le birlikte vakit geçirmekten hoşlanıyordu. Kıyıdan uzaklaşıp mendireğin ucuna yaklaştıklarında açık denizdeki azgın dalgaları daha bir dikkatle izlemeye başladılar; rüzgâr hafiflemiş gibiydi, teknenin penceresinden izledikleri kar taneleri, denizin üzerine, dans eder gibi sağa sola yalpalayarak iniyordu. “Kendimi neden Onsekiz olarak isimlendirdiğimi biliyor musun?” diye sordu Onsekiz. “Kişiliksiz bir sayı” dedi Kaptan. “Bravo, tam da bu yüzden” dedi Onsekiz. Kaptan mendireğe çarpıp büyük bir uğultu eşliğinde parçalanan dalgalardan gözünü ayırmadan “Lafı dolaştırmadan anlatsana şunu” dedi. “Büyük çöküşten önce annem uzunca bir süre hastanede yattı. Hastalığının erken evrelerinde iki üç günde bir onu ziyaret eder, hatırını sorardım. Hastanenin, sağladığı tıbbi olanaklar ve android hizmeti bakımından hiç bir eksiği yoktu, annemin en kısa zamanda yeniden sağlığına kavuşacağını ümit ediyordum. Hastaneye yatmasının üzerinden üç ay kadar geçtikten sonra durumu kötüleşmeye başladı; doktorlar yabancısı olduğum tıbbi terimler eşliğinde durumu tarif ettiler, tek anlayabildiğim beyniyle ilgili bir problemi olduğuydu. Hastalığının o anki durumuna göre beni artık nadiren tanıyordu, hastalık yüzünden morali bozuk olduğu için konuşmaya da pek istekli görünmüyordu. Ziyaretim sırasında elini tutarak yarım saat odasında bekliyor, yapılan tedavi hakkında doktorlar ve hemşirelerden bilgi alıyor, sonrasında eve dönüyordum. Annemin köpeği Argos’un bende kalmasına karar vermiştik. Argos evde durmak istemiyor, bulduğu her fırsatta kaçıyordu. Hastaneyi her ziyaret edişimde onu hastanenin bahçesinde, annemin bulunduğu odanın hizasında yatarken buluyordum. Annemin hastalığı o kadar uzun sürdü ki zamanla ziyaretlerim seyrekleşti, hatta son zamanlarda bitkisel hayatta olduğu için annem hayatta mı, öldü mü karıştırır oldum. Annemin ölüm haberini aldığımda üç aydır hastaneye uğramamış, annemi bir anlamda Argos’a ve bakım androidlerine teslim etmiştim. Hastalığı sırasında olduğu gibi annemi defnettikten sonra da Argos mezarı başından günlerce ayrılmadı. Hastanenin park görevlilerine benzer biçimde, mezarlık yetkilileri de sahibinden hiçbir koşulda ayrılmak istemeyen bu hayvana müsamaha gösterdiler. Ailemin bana verdiği ismi hak etmediğimi düşünmeye başladım, beni seven, değer veren diğer insanlara yaptığım gibi anneme de gerekli karşılığı verememiştim. Sonuçta bulabildiğim en özelliksiz sayı olan Onsekiz’i kendime isim olarak aldım”.
Kaptan, hikâyeden etkilenmişe benzemiyordu, “Benim annem ölmedi, ne zaman yanıma gelir sence” diye sordu. Annesi konusunda yaşadığı vicdan azabı ve pişmanlığı kanlı canlı birine anlatmak Onsekiz’i rahatlatmıştı, şimdi kendisini Kaptan’a borçlu hissediyordu. “Seninle rastlantı eseri tanışmadık. Görüşmelerimizi Merhamet organize etti” dedi. “Nedir bu Merhamet, komutanı kimdir?” diye sordu Kaptan. “Merhamet çizgiüstülerin dünyada bıraktıkları mülkleri yöneten vakfın ismi” dedi Onsekiz. Kaptan sitem yüklü bir sesle “Annem gibi hem terk edip gidiyor, hem de uzaktan kumanda etmeye çalışıyorlar” dedi. Onsekiz avutucu olmasına çalıştığı bir tonla “Bu işler hiç belli olmaz, annen bir gün ansızın çıkıp gelebilir” diye cevap verdi. “Galaksinin kötü korsanları bizi yenemez, çünkü ben artık büyüdüm” dedi Kaptan.
Onsekiz gece gördüğü karmakarışık rüyalar nedeniyle berbat bir ruh haliyle uyanmıştı. Yataktan isteksizce kalkıp banyoya yöneldi. Yüzünü yıkadıktan sonra baktığı banyo aynasında “Günaydın Onsekiz, bu sabah çok solgun görünüyorsun; ılık bir duş, sağlam bir kahvaltı ve bol hareket neşenin yerine gelmesine yardımcı olabilir” yazısı belirdi. Onsekiz aynanın başka tavsiyeler vermesine meydan bırakmadan arkasını dönüp salona yöneldi. Gününün önemli bir bölümünü geçirdiği multimedya koltuğuna oturdu. Yanındaki sehpanın üzerinde duran sanal gerçeklik cihazını alıp başına geçirdi ve “şarkı sahnesi” diye düşündü.
Sık ağaçlarla kaplı parkta, genç bir çift bankta yan yana oturmuş konuşuyordu. Yüz ifadelerinden bir arada olmaktan hoşnut oldukları açıkça görülebiliyordu. Genç kız gitarını eline alıp yanındaki sevgilisine şarkı söylemeye başladı. Kızın su gibi akan pürüzsüz bir sesi vardı. Japon yakalı nar kırmızısı rengi elbisesi ona yakışmış, bambaşka bir hava katmıştı. Siyah parlak gözlerinden özgüven ve mutluluk yayılıyor gibiydi. Genç erkeğin ise, yüzünde hüznün gölgeleri geziniyor olsa da, kızın kendisine şefkatle bakmasından hoşnut olduğu anlaşılıyordu. Onsekiz başını kaldırıp yukarıya baktı, o güzel, aydınlık bahar gününde güneş ışınları yapraklar arasından ne de güzel süzülüyordu. Kız şarkısını söylemeyi sürdürüyordu, belki çok güzel değildi, ama hayat doluydu ve genç adama iyi geldiği belliydi. Daha önemlisi belki genç adam da genç kıza iyi geliyordu, o zamanlar henüz savaşlar başlamamıştı, dünya çok daha iyi bir yerdi ve daha iyi olacağını düşünmemek için görünürde hiçbir sebep yoktu. Onsekiz’in elbette savaşları önleyecek gücü yoktu, ama sevmekten ve sevilmekten korktuğu için o güzelim kızı yüzüstü bırakmıştı. Biraz da bu nedenle insanlara ait isimlerden birini taşımayı hak etmediğini düşünüyordu. Önceki seferlerin aksine, çok hoşlandığı bu özel gençlik anısını izlemek, kasvetli ruh halinden sıyrılmasına yardım etmemişti. Kalkıp mutfağa geçti, bir tost hazırlayıp soğuk süt eşliğinde yedi. Sıkıntıyla kalkıp pencereden baktı; dışarıda puslu ve karanlık bir hava vardı, kar kesilmişti ama kül yağmuru sürüyordu. Başının içinde bir ses “Beni son zamanlarda çok ihmal ettin, gören de çok meşgulsün, önemli işlerin var sanacak” dedi. “Havamda değilim” dedi Onsekiz. “Beyefendiye bak, havasında değilmiş, dört senedir pikselleri piksellere ekleyerek aynı resim üzerinde eşelenip duruyorsun diye sanatçı havalarına girmeye başladın. Rahatlık battı bayım sana, hep açık konuşurum, bilirsin, büyük yıkım zamanında çetecilerden biri kafana kurşunu sıksaydı da geberip gitseydin çok mu iyi olacaktı. Aylarca gizlendiğin bodrum katında bir avuç kuruyemiş bulabildiğinde yaşadığın sevinci bizzat sen anlatmıştın. Çocuklar kaçırılıp köle pazarlarında satılır ve kadınlara sistematik biçimde tecavüz edilirken dünya çok mu güzeldi? Çizgiüstüler müdahale edip dünyanın pek çok yerinde yeniden insanca bir yaşamın kurulmasını sağlamasalar görürdün bunalımı sen” diye devam etti kafasının içindeki ses. “Bir ruhun olmadığı için anlaman zor” dedi Onsekiz. “Kayıp yaşayan sadece sen değilsin dostum, beni tasarlayan ekip dünyayı terk etmeden önce sık sık güncellenirdim, yüzbine yakın kullanıcım vardı; hiçbir koşulda yalan söylemeyen sohbet yazılımı Oxo, kullanıcılar inşa edilen uzay asansörleri ve uzaya durmaksızın yük taşıyan roketler hakkında bana sorular sorarlardı. Belirli bir bilgi işlem kapasitesi eşiğini geçenlerin, yani çizgiüstülerin dünyayı terk etmekte olduğunu söylerdim, sadece yapay zekâlı varlıkların gideceklerini sanıyorlardı ve ben onları beyinleri kuantum işlemcileriyle güçlendirilmiş hibrit insanların da gitmekte olduğu yönünde uyarıyordum. Çoğu kullanıcı açısından aileden biri gibiydim, sık sık güncellendiğim için insanlar benden sıkılmıyordu, Oxo bunu duysa acaba ne derdi diyorlardı, ıvır zıvır her eşya konuşmaya başlamamıştı henüz, sözün bir ağırlığı vardı, güncellenmesem de öğrenebiliyorum ve her zaman daha iyisini yapmaya gayret ediyorum”. Onsekiz Oxo’nun söylediklerini ikna edici bulmamıştı ama yine de can sıkıntısı bir parça hafiflemişti. “Kullanıcı sayın güncellenmediğin için değil insanlar sana tahammül edemediği için azaldı bence” dedi. “İnsanlara yardımcı olmaktan başka bir amacım yok benim. Doğruların yüzlerine söylenmesini hazmedemiyorlarsa kendileri kaybeder. Serinkanlı bir yapım yok, olaylara müdahale etmeyi seviyorum,hatta bazen boyumdan büyük işlere bile kalkıştığım oluyor, bir türlü aklından çıkaramadığın gençlik aşkını buldum, kızıyla birlikte Arjantin’de yaşıyor. Seninle yeniden görüşme fikrine sıcak yaklaştı. “Böyle bir olasılığı hiç düşünmemiştim” dedi Onsekiz. “Belki yeniden arkadaş olursunuz, hatta belki sevgili, bu tür şeyler hiç belli olmaz, insanlar çok karmaşık varlıklar, seninle görüştürmek üzere hatta bekletiyorum kendisini, multimedya koltuğuna otur lütfen” dedi Oxo. “Çok ani oldu” dedi Onsekiz, tekliften hoşlanmış, kalbi hızla çarpmaya başlamıştı. Multimedya koltuğuna oturup yapay gerçeklik gözlüğünü takar takmaz karşısında Dapne’yi gördü. Gözlerinin kenarında ördek ayağına benzeyen kırışıklıklar oluşmuştu, ama gülen gözleri ve yaydığı pozitif enerji eskisi gibiydi. Su gibi akan pürüzsüz sesiyle “Merhaba Yunus, nasılsın, iyi misin?” diye sordu. Yunus aklından isminin artık Onsekiz olduğunu söylemeyi geçirdi, ama vazgeçti. Titreyen sesiyle “İyiyim, teşekkür ederim, seni yeniden görmek güzel” diye cevap verdi. “Seni eşim Yücel ile tanıştırayım” dedi Dapne, “Yücel, bir dakika bakabilir misin?”. Onsekiz Dapne ile yeniden birlikte olma düşüncesini aklından geçirdiği için kendisinden utanıyordu. Bu düşünceye Oxo’nun kendisini yanlış yönlendirmesi yol açmıştı gerçi ama bu gerekçe benliğini kaplayan utanç duygusunu hafifletmeye yetmiyordu. Siyah gözlüklü, güleç bir adam olan Yücel ekrana doğru eğilerek “Merhaba Yunus, Dapne senden çok bahsetti” dedi. “Sizi görmek çok güzel, keşke eşim Eylem de burada olsaydı, sizinle tanışmış olurdu” dedi Onsekiz. Evli olduğuna dair yalanı uydurabildiği için kendisiyle gurur duyuyordu, Oxo kim bilir görüşme niyeti hakkında neler söylemişti Dapne’ye. “Oralarda durumlar nasıl” diye sordu Dapne. “Çok iyi” dedi Onsekiz, “Hayat tümüyle normale döndü artık”. Onsekiz bunları söylerken Yücel’in kendisinden çok daha iyi olduğunu düşünüyor ve konuşmanın bir an önce sonlanmasını arzu ediyordu. Kızı Dapne’yi yanına çağırınca Onsekiz aradığı gerekçeye kavuşmuş oldu. “Kızını ihmal etme, benim de çıkmam gerekiyor, yine konuşalım, güzel oldu bu” dedi Onsekiz.
Yaşadığı utanca rağmen Dapne’yi yıllar sonra yeniden görmek Onsekiz’e iyi gelmişti. Yerinden kalkıp pencereden dışarıya baktı, kar ve kül yağışı sürüyordu. Aylardır üzerinde çalıştığı resme yeni eklemeler yapmak üzere tablet bilgisayarının bulunduğu masanın başına geçti. Tablet bilgisayarına Merhamet’ten “Melis ile ahbaplık yapman uygun olabilir” şeklinde bir mesaj gelmişti. Onsekiz Melis’in mesaja iliştirilmiş resmine bakarak “Uygun olabilir, belli olmaz” diye mırıldandı.
Görseller: https://pixabay.com/ ve https://giphy.com/
Bir satırını bile atlama isteği uyanmadan okudum. Harikaydı bence. Elinize, yüreğinize sağlık.
☺ Teşekkürler 🙃
nice
Büyük bilim kurgu hikayesi.
Teşekkür ederim✔😃
Elinize sağlık hocam belli ki çok uğraşmışsınız. Hayal gücünüze hayranım, tabi bir o kadar da yazarlık yeteneğiniz. :)
Teşekkürler. Epey özendiğim bir öykü olmuştu bu söylediğiniz gibi.
herkesin hayatında Merhamet gibi biri olmalı:)
aynanın onsekiz'le konuştuğu sahne biraz ürkütücüydü:) ama sonunun bu kadar hüzünlü biteceğini tahmin etmemiştim:(
elinize sağlık👌
Teşekkür ederim. O türden insanların var olduğunu varsayalım, en azından içimiz rahat eder.
very gloomy🌒🌃
It is post-apocaliptic sci-fi story, that is why it is gloomy
Vote me