Serdar rüyasında öldüğünü gördüğü için sabah morali bozuk olarak uyandı. Vesveseli bir yapısı olmadığı için gördüğü rüyanın üzerinde fazla durmadı. Yatağında doğruldu, yanında uyumakta olan eşi Eylem’i omzundan hafifçe sarsarak uyandırdı. Eylem’in gözlerini açmasıyla çarpılmışçasına yataktan fırlaması bir oldu. Korkudan gözleri büyümüş, tüm bedeni bir yay gibi gerilmişti. Serdar eşinin omzuna dokunan elin kendi eline benzememesini garipsemiş, ama uyku sersemliği ile bunun üzerinde durmamıştı. “Kimsin sen? Serdar nerede?” diye sordu Eylem. Elleri ve ayaklarına hızlıca göz atan Serdar “Ben Serdar’ım, gece uyurken bedenimi değiştirmişler” dedi. Bunu farklı bir kişinin ses tonuyla söylemesi hiç iyi olmamıştı, Eylem “Burada bekle” diyerek kendisini yatak odasından dışarı attı. Bu arada Serdar eşinin makyaj aynasında kendisine baktı, görüntüsünün bir bilim insanıyla uzaktan yakından ilgisi yoktu. İçinde konakladığı beden kısa boylu, esmer ve aşırı kıllıydı. Eylem elinde kocaman bir bıçakla odaya döndü ve “Kızıma dokunursan seni öldürürüm” dedi. Serdar ‘Dişli kadın, iyi ki zamanında evlenmişim’ diye geçirdi içinden, durumunu kendince açıklamaya girişti: “Durumun tuhaf göründüğünü biliyorum. Gece rüyamda öldüğümü gördüm. Sabah uyandığımda rüyanın üzerinde çok durmamıştım. Ta ki sen bir canavar görmüş gibi çığlık atana kadar”. Eylem elinde sıkı sıkıya tuttuğu bıçağı öne doğru uzatarak “Senin Serdar olduğunu nereden bileceğim, ya beni kandırıyorsan?” diye sordu. “Başka birisi olsa elindeki bıçağı çoktan almıştı, sana zarar vermem, ne de olsa 14 yıllık eşinim. Tanıştığımız gün üzerinde nar kırmızısı bir kazak ve ayağında kovboy çizmeleri vardı” dedi Serdar. “Bıçağı elimden almaya kalkışırsan seni deşerim. Serdar’ın bedenini çalanlar belleğini de kopyalamış olabilirler” dedi Eylem. Bu arada Serdar’ın altı yaşındaki kızı Duru yatak odasının kapısından başını uzatarak “Bu adamın içinde babam var bence” dedi. Eylem “Çabuk odana git ve kapıyı arkadan kilitle” dedi Duru’ya. “Ben Serdar’ım. Eylem inan bana öyleyim. Bak Duru da hissetti. Senin gibi ben de korkuyorum. Ama bu durumu düzelteceğim”. “Bu evi bir an önce terk etmelisin” dedi Eylem. Serdar başına gelen şeyin nedenini nerede araştıracağını bilmiyordu, dolayısıyla evde durmasını gerektiren özel bir neden yoktu. Uysal bir çocuk gibi ayaklarını sürüyerek yatak odasından çıktı ve “Kendini üzme, bu durumu düzelteceğim” diyerek evi terk etti.
Günün ikinci büyük sürpriziyle dış kapının önünde karşılaştı. Evin dışı neredeyse yok olmuştu. Dışarıda göz alabildiğine uzanan çorak toprak ve puslu alacakaranlık dışında bir şey yoktu. İstanbul kocaman bir greyderle dümdüz edilmiş gibiydi. Gökte puslu havanın ardında güçlükle seçilen iki hilal ay vardı. Serdar kriz anlarında sakin kalabilmenin önemine inanırdı. İçine düştüğü durumdan kurtulmak için başına gelenlerin toplu bir muhasebesini yapmaya karar verdi.
Önceki gün akşam saatlerine doğru, yeni geliştirdiği yapay zekâ algoritmasının hatasız çalıştığına emin olmuştu. Çalıştığı araştırma enstitüsündeki arkadaşları, algoritmanın gerçek olamayacak kadar iyi olduğunu söylüyorlardı. Büyük şirketler köklü değişikliklerin kendi kontrollerinde gerçekleşmesini isterlerdi. Yıllardır yapay zekâ işinde olduğu için, bulduğu yöntemin piyasada ne büyük bir deprem yaratacağını gayet iyi biliyordu. Serdar başardığı işin büyüklüğünden korkmuş, vücudundan bir ürperti dalgası geçmişti. Eve geldiğinde buluşundan Eylem’e söz etmemiş, biraz kızı Duru’yla oynadıktan sonra, kafasını dağılmak için bir komedi filmi seyrederek yatmıştı. Seyrettiği komedi filmine rağmen heyecanı yatışmadığı için, ilk denemede uyuyamayıp yatağından kalkarak bir sigara içmiş, gece ikiye doğru ancak uykuya dalabilmişti. Rüyasında, bir hastane yatağında yatan solgun ölü bedenine baktığını görmüştü. Gördüğünün gerçek olup olmadığını anlamak için dokunduğunda ölü bedeninin ürpertici derecede soğuk ve katı olduğu fark etmişti. Baktığı ölü beden kendisininse, ona bakan kendisi kimdi? Bir kişinin kendisi ve ölüsü aynı anda bir odada bulunmamalıydı. Rüyasında bunun bir rüya olduğunu düşündüğü için dehşete kapılıp uyanmamış ve sabah başına bu tuhaf işler gelmişti.
Önündeki çorak düzlükte hızlı adımlarla ilerlemeye başladı. Gökteki hilal aylardan yayılan kurşuni ışık ortalığı belli belirsiz aydınlatıyor, sadece on metre ötesini görmesini sağlıyordu. Cep telefonunu çıkarıp feneriyle ilerilere bakmayı denedi ama başarılı olamadı. Gökyüzünde suyun içindeymiş gibi yüzen kırmızı bir balık bulunduğunu fark etti. Balığı seyrederken karşısına kirli yüzlü ve uzun sakallı bir adam çıktı. “Burada yenisin galiba” dedi adam. “Evet, evden buraya çıktım” dedi Serdar. Adam paltosunun cebinden bir muz çıkarıp kirli elleriyle Serdar’a uzattı. Adama ayıp olmasın diye muzu hızlıca soyup yedi, ardından “burası neresi, sence ben kimim?” diye sordu. “Burası gözlerinin gördüğü yer, sen hissettiğin kişisin” dedi adam. “Ne diyorsun arkadaş, Türkçe konuş” dedi Serdar. Adam isyan eder bir tonda “bunların hiçbiri gerçek değil” deyip Serdar’ın yanından uzaklaştı. Yaşadıkları gerçek değilse neydi? Rüyada olmadığına emin gibiydi. Bedenini, ailesini, şehrini geride bırakmıştı. Bulduğu algoritmayı ele geçirmek için neden bu kadar dolambaçlı bir yol izleniyordu? Bu yapılan vicdansızlık değil de neydi?
Serdar görüş alanının sınırında kendine doğru hareket eden pembe giyimli birini gördü. Biraz daha dikkatli bakınca bunun kapüşonlu pembe bluz giymiş bir adam olduğunu fark etti. Adam çirkin yüzlü ve kötücül bakışlıydı. Yürüyerek Serdar'a yaklaştı ve kabzasından çıkardığı tabancasıyla ona üç el ateş etti. Kanlar içinde yere yığıldığı sırada kızının “Merak etme, eve döneceksin” dediğini duyar gibi oldu.
Serdar uyandığında, rüyasında bedenini ölü olarak yatarken gördüğü hastane yatağının üzerindeydi. Yatağın yanındaki refakatçi koltuğunda şık takım elbiseli uzakdoğu kökenli bir adam oturuyordu. “Ne yaptınız bana?” diye sordu. “Sizinle çalışmak konusundaki kararlılığımızı göstermek istedik”. Serdar başına gelenlerin nasıl olabildiğini anlayamıyordu, bunu dile getirdi. “Şirketimiz her konuda alanının en iyisi olan uzmanlara sahip” dedi adam. “Derhal eşimi ve kızımı görmek istiyorum”. “Sözleşmeyi imzaladıktan sonra elbette göreceksiniz, size büyük bir transfer ücreti de ödeyeceğiz”. “Sizinle uğraşırdım ama büyüklük bende kalsın” dedi Serdar. İş sözleşmesini imzaladı, adamın getirmiş olduğu şık takım elbiseyi giydi ve hastaneden çıkarak evinin yolunu tuttu.
Bilimkurgu gelişmeye devam ediyor 😎🎻
Keşke daha sık yazsan diyorum. Yine çok beğendim öykünü. İngilizce olarak paylaşsan keşke. Tr taginda malesef kıymet bilinmiyor.
Teşekkür ederim. Sıklık ancak bu kadar olabiliyor, yoğun bir profesyonel hayatım var zira. İngilizcem öykü yazacak kadar iyi değil. Belki google translate ile çevirip üzerinde çalışarak deneyebilirim.
Gerçekten güzel kurgu, elinize sağlık, ama iki yerde SADUN ismi kullanılmış, acaba bu hikayeye daha onceki postlarinla mı basladiniz sadun karakteri oralarda mı açıklanmış, yoksa bu postun devamında ilgili açıklamayı görebilecek miyiz. Zira ben Sadunu Serdar olarak anladım.
Paylaşım için teşekkürler.
@racoo
Düzelttim, tesekkürler uyarı için
Karakterin smi Sadun'du sonra hikaye ilerledikçe ismi yakıştırmamaya başladım, degistirdim. Onlar kalmış
bugüne kadarkilerin en iyisiydi sanırım, sonunu kestirmekte biraz zorlandım ve içinde korku unsurları bulunması, beni çok keyflendirdi.
kalemine sağlık kardeşim. teşekkür ederim keyifli bir okumaydı.
Teşekkür ederim :)
You got a 1.29% upvote from @postpromoter courtesy of @muratkbesiroglu!
Want to promote your posts too? Check out the Steem Bot Tracker website for more info. If you would like to support the development of @postpromoter and the bot tracker please vote for @yabapmatt for witness!