Turkish Steemit Novel | "Sınırsız" - Capter #2 / Part #10

in #tr7 years ago

Hi dear Steemians, this is a first Turkish novel special to Steemit! It's a fantasy and sci-fi novel and I will share daily. I hope you guys support me with your comments and ideas. Steemit have great opurtunuties and I want to start something in Turkish community. I hope one day I will finish this novel in here and I will publish it. So, if you ready let's start!

Badges
NameSınırsız / Unlimited
CategoryFantasy, Sci-Fi

Previously in Sınırsız :


Her Chapter farklı bir evrende, farklı bir dünyada, farklı bir zaman diliminde geçiyor. Her evrenden bir karakter tanıtılıp öne çıkacak ve en son hepsi bir araya gelecek, ilk chapter'da bahsedilen turnuva için. Karışıklık olmasın diye not düşeyim dedim :)

Kapının camlı bölümünden yatağa kelepçeli olan ince uzun adamı izliyordum.Düşünceli bir şekilde karşısındaki duvara bakıyordu. Bu kadar genç birisi nasıl böyle bir katile dönüşebilmişti? Eğer oğlum yaşıyor olsaydı şimdi onun yaşlarında olacaktı. Gökyüzü kararmadan önce kaçırılan binlerce çocuktan biriydi oğlum. O da kaçırılan diğer çocuklar gibi bulunamamıştı. Onu düşünmek ve üzülmek hayatımın son anlarında yapmak istediğim bir şey değildi aslında. Arkamdaki merdivenden yükselen ayak sesleri ile düşüncelerimden sıyrılıp arkamı döndüğümde saçsız parıldayan kafası ile Yavuzu ve onun arkasındaki uzun boylu, siyah takım elbiseli soğuk yüz ifadelerine sahip iki yabancı adamı gördüm. Bu adamları daha önce hiç görmemiştim. Yavuz tedirgin bir ses tonu ile,

"Bunlar CIA den gelen arkadaşlar. Suikast için..." dedi biraz utangaç bir şekilde. Adamlardan biri elini uzatarak

"Ben Brain Unser." dedi Türkçe konuşarak. Adamın Türkçe konuşması beni şaşırtmıştı doğrusu. Şaşkınlığımı gizlemeye çalışarak:

"Bende Hakan Kartal." dedim. Yavuz bu suikast girişiminin doğuracağı politik sorunlardan ötürü tedirgindi.Korku dolu bakışlarını bana çevirerek

"Ajan Unser ile berabersiniz bu davada. Kendisi senin yeni ortağın." dedi. Ben daha itiraz edemeden "Biz merkeze geçiyoruz dava ile ilgili bir gelişme olursa bana haber verin" deyip geldiği merdivenlerden inmeye başladı diğer ajan ile beraber. Ajan Unser hafif bir gülümseme ve bozuk aksanı ile beraber

"Suikastciden neler öğrenebildiniz ?" dedi.

"Suikast emrini Tanrının verdiğini söylüyor. Tanrının kılıcıymış kendisi,adalet için gönderilmiş." dedim alaycı bir ses tonu ile .


source

"Tanrı bize düşman olmakla hata ediyor öyleyse." dedi bir kahkaha patlatırken. İçini kaplayan gurur ve kibir ağzından taşıyor kelimelerine yapışıyordu sanki. Daha sonra sonra yine o yarı ciddi ifadesini takınıp

"Adamın mucize yarattığını konuşuyor doktorlar." dedi soru sorar gibi.Mucize diye birşey yok ve hiç bir zamanda olmadı...

"Buraya göğsünden vurulmuş ve iki zehirli ok ile yaralanmış bir şekilde getirilmiş, ağır yaralıymış ve çok kan kaybetmiş. Ameliyata alınıp göğsündeki mermi çıkarıldığında birkaç dakika içinde göğsündeki yara doktorların gözü önünde iyileşmiş. Yapılan kan tahlillerinde zehire rastlanmamış, hiç kan kaybetmemiş birinin rakamsal ifadeleri varmış ."
Ajan Unser şaşkınlıkla şüpheyi bir arada barındıran yüz ifadesi ile:

"Peki doktorlar bu durumu nasıl açıklıyorlar?" dedi bir yandan beni süzerken.

"Bunun bir mucize olduğunu söylüyorlar.Çünkü bu kadar hızlı hücresel re-jenerasyonun ancak bilim kurgu filmlerinde olan gerçek hayatta gerçekleşmesi imkansız bir durum." Ajan Unser söylediklerimi birkaç dakika düşündükten sonra yarı ciddi alaycı yüz ifadesi yerini soğuk ve sert bir ifadeye bıraktı. Karşılaştığı bu olağanüstü durum karşısında sükünetini korumaya çalışıyordu. Ceketinin düğmesini açıp ellerini cebine koyup:

"Onunla görüşmek istiyorum." dedi sert bir ses tonu ile. Önümdeki kapıyı açıp içeri girdim. Sanki ona öncelik tanımadığım için sinirlenmiş gibi donuk bakışlarını üzerime sabitleyip arkamdan odaya girip sertçe kapıyı kapattı. Suikastci sanki orada yokmuşuz gibi hala düşünceli bir vaziyette karşısındaki duvara bakıyordu. Unser birkaç saniye alaycı gülüşü ile onu izledikten sonra sert ve acımasız yüz ifadesini tekrar takınıp:

"What is your name?" deyince ona Türkçe konuşabildiğini söylemeyi unuttuğumu hatırladım. Hep şu lanet tümör yüzünden.

"Türkçe konuşabiliyor, daha önce söylemeyi unutmuşum." dedim. Unser sanki bir özür beklermiş gibi bana baktıktan sonra bunun hiç olmayacağını anlamış olacak ki tekrardan ona döndü.

"Adın ne?" bir kaç saniye bekleyip de cevap alamayınca daha sert bir ses tonu ile:

"Sana bir soru sorduğumda cevap vermek zorundasın. Söyle adın ne?" dedi. Sesi o kadar yüksek çıkmıştı ki muhtemelen yan odada kalan ve hiç bir şeyden haberleri olmayan hastalar bile duymuştu. Adam Unser 'ın sinirlendiğini fark edince:

"İsimler ölümlüdür tıpkı bedenler gibi, ölümsüz olan arkamızda bırakacağımız mirastır."

"Senin mirasın cesetlerden oluşan bir dağ mı olacak?" Unser ne düşündüğünü saklayan gözleri ile adamı süzerken soru sormaya devam etti.

"Michael Corn'ü neden öldürmeye çalıştın?"


source

"Yanındaki arkadaşına da söylediğim gibi Michael Corn'ün ölmesini gerekiyordu.Tanrı bana onu öldürmemi emretti. "

"Yalnız mı çalışıyorsun?" adam Unser 'ın söylediğini anlamamış gibi birkaç saniye duraksadıktan sonra

"Hiç bir şey bilmiyorsunuz." dedi. Unser da benim gibi adamın verdiği cevaptan bir şey anlamamıştı.

"Öğret o zaman." dedi alaycı gülümsemesi yüzüne yayılırken. Fakat adam yine gülümsemekle yetinmişti. Unser adamdan bir şeyler öğrenemeyeceğini anlayınca bana dönüp

"Bu adamın burada kalmasına gerek yok,gayet sağlıklı görünüyor. Bir ana önce onu merkeze götürüp orada sorgulamaya devam etmeliyiz. Ayrıca senin ilgilendiğin başka bir dava varmış. Orada da bu adamın parmağı olduğunu söyledi amirin. Yakaladığın kaçağı da sorgulamak isterim." dedi. Her ne kadar bu adamdan hoşlaşmasam da söylediği mantıklıydı. Elisa ve suikastciyi çapraz sorguya alarak belki bir şeyler öğrenebilirlerdi. Odadan çıktığımızda nöbet için gelen iki polis memuruna:

"Onu merkeze götüreceğiz,hemen hazırlayın." dedikten sonra köşe başındaki ikili koltuğa oturduk. Memurlardan biri yan odadan çıkan doktora durumu izah ederken diğeri içeri girip kapıyı kapattı. Unser düşünceli bir şekilde önündeki deltoid şeklinde işlemeleri olan fayanslara bakıyordu. Hastane oldukça lüks sayılırdı çünkü birkaç yıl önce yapılmıştı. Fakat daha çok, yeni ve lüks oluşu ile değil talihsizliği ile bilinen bir hastaneydi. Açılış töreninde Mavi Ruh adlı terör örgütünün düzenlediği saldırıda elliden fazla insan ölmüştü. Canlı bomba bir şekilde kalabalığın içine girmeyi başarıp kendini havaya uçurmuştu. İlk günden sebepsiz yere böylesine kanlı bir eyleme ev sahipliği yapan hastanenin şansı bir daha düzelmemişti. Hastanenin sahibi iflas edince devlet hastaneye el koyup emniyetin emrine vermişti ve bir polis hastanesi haline getirilmişti. Yaralı polis memurları ve onların aileleri gelip ücretsiz burada sağlık ihtiyaçlarını giderebiliyorlardı. Aynı zamanda hastahanenin üst katlarında yaralı yada hasta tutuklulara ayrılmıştı.

Unutkanlığım ve baş ağrılarım için bu yüzden bu hastaneye gelmemiştim. Buradaki çoğu kişi beni tanıyordu. Eğer beynimdeki o lanet tümörün varlığını buradaki doktorlardan öğrenseydim ben daha binadan çıkmadan bu haber Yavuz'a ve dieğr mesai arkadaşlarıma ulaşırdı. Arkadaşlarımın yada herhangi birinin bana acımasına ve yardımcı olma çabalarına ihtiyacım yoktu. O yüzden şuan kimse tümörümden haberdar değildi tıpkı istediğim gibi...

Bu içeriğin tüm hakları saklıdır & @monomyth

Sort:  

ne içtin sen yaaa?? :)))