Ve Tanrı Demokrasiyi Yarattı!

in #tr6 years ago (edited)

EugèneDelacroixLiege.jpg

Eugène Delacroix

Sade döşenmiş bir evdi burası. Yaşamak için ne gerekiyorsa hepsi vardı. Giriş kapısına doğru bakan, oturdukça yaylarından ses çıkartan çekyat, ona yavru kedinin sırnaşmasıyla sarılan üçayaklı sehpa, hemen solunda plastik masanın üzerine konulmuş iki gözlü ocak… Evin sahip olduğu tüm gerçekler bunlardı işte.

Ocağın üstüne konmuş olan çay çoktan demlenmiş, çayların yanmaya başladığını söyleyen koku, buharla birleşip odanın ortasında duran adamın burnuna gidiyordu. Adam sakince kafasını kaldırıp, sigaranın dumanından etkilenen siyah derin bakışlarını çaydanlığa doğru seğirtti. Sağ eliyle tuttuğu sigarasını küllüğe bırakıp, buruşmuş, güçlü, kalın elleriyle masaya yüklenip doğruldu. Adım atarken ağır ağır hareket ediyordu. Vücudunun dinç olduğu belliydi; boyu uzundu, ev gibi kendisi de sadeydi. Çaydanlığı alıp masaya doğru yürümeye başladı. Boş duran bardağına çayı koyarken havaya yayılan tomurcuk kokusuyla tekrardan bastı küfrü ;” Hay senin gibi çocuğun ben…” Tomurcuğu sevmediği belliydi. Saate baktı, kırgınlıkla sevincin harmanıyla birlikte tebessüm ederek diğer üç bardağı da doldurdu. Sanırım birini bekliyordu. Sandalyesine oturdu, geriye yaslandı, büyük nasırlaşmış elleriyle bardağını kavrayıp çayın tadını çıkarırken gözleri tam karşısında duran kitaplığın üst rafına kayıyor bazen de dış kapıya bakıyordu. Çayından dördüncü yudumu almıştı ki kapı setçe vurulmaya ve içeriye doğru bağırılmaya başlandı:

Bilge Kalender, içeride olduğunuzu biliyoruz. Açın kapıyı, bize zorluk çıkarmayın. Bilge Kalender!

Ses giderek yükseliyordu. Bilge, kapıyı açtı. Karşısında üç genç askerle karşılaştı. Biri teğmendi, apoletindeki tek yıldızdan belli oluyordu. Diğer ikisi erdi. Genç teğmen; sert mizaçlı, masmavi gözleri olan, orta boylu biriydi. Erler ise teğmene nazaran çelimsiz ancak iyi spor yaptıkları belliydi. İkisi de silahlarını Bilge’ye doğru doğrultmuşlardı lakin birisinin elleri titriyordu.

Hoş geldiniz Teğmen. Ben de sizi bekliyordum. Buyurun, çaylarınızı yeni koydum taze taze… Bakışlarınızdan istemediğinizi anlıyorum. Peki, sen içer misin Ahmet? Tomurcuklu çayı seversin sen.

Ahmet’in elleri daha da titremeye başladı. Utandığı belliydi, kafasını bile kaldırıp Bilge’ye bakamıyordu. Teğmenin sesi yükseldi:

Alın bu adamı, gidelim artık, çok uzun sürdü bu iş.

Efendim, ben yapamayacağım, beni mazur görün lütfen.

Emirlerime karşı mı geliyorsun, öyle olsun bakalım senin cezan birliğe gidince verilecek.

Kaya!

Emredin Komutanım!

İçeride yasa dışı ne varsa topla sonra arabaya gel.

Emredersiniz Komutanım!

Kaya bir hışımla içeri girdi, doğru kitaplığa yönelmişti. Ne aradığını ve nerede olduğunu bildiği açıktı. Elleriyle koyduğu gibi altı kitap çıkardı raftan, çantasına koydu. Bilge’nin sertçe kolundan tutup itti fakat Bilge’nin sarsılmadığını fark edince yüreğine hafif de olsa korku düşerek tüm gücüyle sarstı Bilge’yi. Hızlı adımlarla arabaya yürüdüler. Aceleleri olduğu açıktı.

Efendim, Bilge’yi yakaladık, birliğe getiriyoruz.

Bilge deme o’na Teğmen. Üç kuruşluk satılmışlara, vatana ihanet edip yasaları çiğneyenlere Bilge denmez.

Emredersiniz Efendim!

Birliğe getirmeyeceksin onu, mahkeme hazırlandı hemen adliyeye götür

Ama Efendim…

Derhal dedim asker, duymadın mı Derhal!

Emredersiniz Efendim! Duydun Ahmet, hemen adliyeye. Sen ne suç işledin böyle adam. Ne işledin de direk adliyeye gidiyorsun. Yargılanıyorsun.

Gerçekler genç. Gerçekler.

Uzun yolculuğun ardından, kimsenin aklına bile gelemeyecek yollardan geçerek şehirden uzaklaşmışlardı. Etrafta ne insan ne de canlı bir varlık gözüküyordu. Rüzgârın sesi öyle güzel duyuluyordu ki kulaklarda bıraktığı ezgi herkesi etkilemiş, tüylerini diken diken etmişti. Bilge, kollarını tutan iki askere aldırış etmeden karşısında duran ihtişamlı binayı inceliyordu. Binadaki işlemeler hoşuna gitti. Uzun aralıklarla dikilmiş sütunların her birinin üzerine zeytin dalı işlenmişti. Yerler ayna görevi üstlenecek kadar temiz fayanslarla döşenmişti. Her bir fanyansın üzerinde ülkenin büyük ve soylu ailelerinin isimleri ve de amblemleri vardı. Bilge, tekrar tebessüm etti. Ağaçtan yapılmış dört metreye yakın kapının önünde durduklarında Bilge, kapının tepesindeki yazıyı sesli şekilde okudu.

“Adalet Tanrı’nın Avuçlarındadır.” Ne büyük ironi dimi Ahmet?

Ahmet, Bilge’nin sesini duyunca vicdan azabının ağır yükünden bir an olsun uyandı. Yutkundu, diliyle dudaklarını ıslatıp bir şeyler söylemeye çalıştı fakat sesi çıkmadı. Kelimeler boş mağarada yankılanırcasına kalbinde dolaşıyordu.

Bizden buraya kadar Bilge Kalender. Bundan sonrası senin yolun. Yalnız senin. Ulu Tanrı, yardımcın olsun.

Yalnızlık iyidir Teğmen. Gerçeklerin ortaya çıkıp seni sıkıştırdığı tek yerdir yalnızlık. Buraya kadar bana eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim size.

Asker, arabaya!

Teğmen iki askeri önüne aldıktan sonra arabaya doğru yürümeye başladı. Bir an kafasını çevirip Bilge’ye baktığında o’nun da kendisine baktığını fark etti.”Kimdi bu adam böyle. Birazdan Yüce Mahkeme’nin karşısına çıkacak ama hiç korkmuyor ve endişe ile bakmıyor gözlerime.” Diye düşündü. Nasıl oldu da bu zamana kadar tanımamıştı. Artık geç kalmıştı. Önüne döndü, arabasına bindi. Bilge arabanın arkasından bakmadı. Uzun süredir giydiği beyaz gömleğini düzeltti, mavi keten pantolonunun da tozlanmış paçalarını tokatladı. Saçlarını da elleriyle taradıktan sonra dimdik durup bir şeylerin olmasını beklemeye başladı. Dakikalar geçti, hiçbir şeyin olduğu yoktu. Bekledi, bekledi, bekledi… Sonunda istediği oldu kapı gök gürlemesiyle açıldı. İçeriden yayılan ışık Bilge’nin gözlerinde parlarken içeridekiler gözükmeye başladı. Tam karşısında sekiz kişinin rahatça durabileceği büyüklükte bir kürsü vardı. Kapıdan içeri girerken sağında ve solunda sandalyeler üzerinde duran kişileri görüyordu. Her kürsüye yaklaştığında sandalyelerin yerini deri kaplanmış turuncu koltuklar alırken üzerinde oturanların da kıyafetleri değişiyordu. Etraftaki insanları süzdükten sonra kaç kişi oldukları konusunda kısa bir hesap yaptı. “Beş yüz beş yüz elli kişi falan olmalılar,” diye tahmin yürüttü. Koltuk ve sandalyeli insanları geçmişti. Boş bir alan ortasında duran ufak tabureye gözü ilişti;”sanırım bu da benim yerim” diyerek oraya doğru yöneldi. Taburenin yanına geldiğinde kürsünün tepesindekileri görmek için kafasını yukarıya doğru kaldırdı. Ne kadar da yüksekti, acaba onlar beni rahat seçebiliyorlar mı diye hınzır bir soru dolaştı kafasında. Dayanamayıp tebessüm etti tüm içtenliğiyle. Bir an da salondaki sessizlik bozuldu. Kürsünün tam orta yerinde duran ve söz sahibi olduğu oturduğu ve de davranışlarından belli olan cüppeli bir kişi bağırarak;

Demek buraya gelmeyi komik buluyorsun, Kalender! Bir de karşında duran büyük heyetle alay geçermişçesine gülüyorsun. Sen bilmiyor musun ki bu heyet gücünü Ulu Tanrı’dan almaktadır.



Konuşamazsın tabi. Suçlu olduğunu çok iyi biliyorsun. Bilgeymiş, küstah herif! Lafı uzatmaya gerek yok, bir an önce yargılamaya başlayalım. Kalender’in ne üzerine suçlandığını okur musunuz?

Biraz önce esip gürleyen adam dinginleşmiş, üstününe de nazikçe konuşmaya başlamıştı. Bilge Kalender’in suçları okunmaya başladığında ise sinekkaydı suratını hiç gizlemeden kalın kaşları altındaki yeşil gözlerini parlatarak Bilge’ye bakıp gülüyordu. Her okunandan büyük haz aldığı belliydi. Cümlelerin bitip de Bilge’yi suçlu bulmak için sabırsızlanıyordu. Neredeyse elinde dolandırdığı kırmızı kaplı kurşun kalemi kıracaktı.

… , ülkeyi bölmeye yönelik eylemlerde bulunmak, gençlerin beyinlerini yıkayarak örgüt kurmak, yasalarımızın saçmalık olduğunu ileri süren kitaplar yazmak, eski düzene ait yasak kitaplar bulundurmak ve bunları halka açık yerlerde okumak, Tanrı’yı tanımamak…

Son cümle okunduğunda salonda büyük bir uğultu kopmaya başladı. Ensesine doğru kuduz köpek gibi bağıran insanların nefesi esiyordu. Uğultular arasından seçmeye çalıştığı birkaç cümle beyninde dolanıyordu.” Tanrı tanımaz köpek.”,”Hain!” , “Bir an önce geber.” Bu kadar sevildiğini bilmiyordu. Şaşırmadı olup bitenden. Tek üzüntüsü bunca insanın kör olmalarıydı, gerçekleri görememeleriydi.”Yazık” dedi içinden. Kafasını tekrar kürsüye doğru kaldırdı. Altı sert bakışlı yüzün kendisine doğru baktığını gördü. Çoktan hesabının kesildiğini anlamıştı. Buraya getirilmeden önce bunu fark etmişti.

Suçlamaları duydun, bir an önce kendi savunmanı yap ve bu iş bitsin.

Savunmamı yapmamı istiyorsunuz demek. Ne için istiyorsunuz; vicdanınızın rahatlaması adına mı yoksa tanrınızın önünde suç işleme korkusundan uzaklaşmak adına mı? Siz önce buna cevap verin ben de savunmamı yapmaya başlayıp sizlerin değerli boş vakitlerinizi almayayım.

Sen kim oluyorsun da bize soru yöneltebiliyorsun. Sen kim oluyorsun da Ulu Tanrı’mıza o pis dilini uzatabiliyorsun. Şimdi konuşmaya başla yoksa…

Tehdit cümleleri bitmek bilmiyordu. Her geçen dakika konuşmalar sertleşiyordu. Kürsüdeki her bir cüppeli Bilge Kalender hakkındaki görüşlerini bildirdi. Hiç biri hoş cümleler kurmamıştı. Hepsinin ortak kararı Bilge’nin ölmesiydi anlaşamadıkları ise nasıl bir ölüm olması gerektiğiydi. Karşılarında bir insan yokmuşçasına tartışıyorlardı, Bilge duyarsızca dinliyor, başına geleceklerin hayalini kurarak bekliyordu. Herkes sustu, tüm gözler Bilge’ye doğrultuldu artık onun konuşmasını bekliyorlardı.

Bana yöneltilen suçlamaların her birine cevap vereceğim, sizden tek ricam sözümün kesilmeyip her bir kelimemin dikkatle dinlenmesi olacaktır. Bunu yapabilecek misiniz?

Tamam, isteğin kayda geçti. Başla!

Teşekkür ederim. Suçlamalara cevap verirken ilkinden başlayarak sonuncusuna doğru gideceğim zira son suçlamanın herkes tarafından beğenilmedi açık. Bana ülkeyi bölmeye yönelik faaliyetlerde bulunmakla suçluyorsunuz. Ne tuhaf! Bu ülkeyi bölenler ilk sizler oldunuz, gücünüzü ulu tanrınızdan aldığınızı savunarak böldünüz. Bir bütün halinde hareket eden ülkemizi sosyal yapısına bile bakmadan özerk eyaletlere böldünüz. Sekiz başka eyalet ve şimdi her bir eyaletin lideri karşımda beni yargılıyor. Sizce de komik değil mi bu? Sizler halkın meşruluğunu alarak başardınız bunu hem de halka sormadan demokrasi terimini balyoz gibi kullanıp bizi yok ederek yaptınız ben ise sizin bölmeye çalıştığınız ülkeyi bir araya toplamak adına tek başıma mücadelemi veriyorum. Beni sizin yarattığınız toplumun bir parçası olmadığım için kızıyorsunuz. Aslında beni yaratan da sizlersiniz. Unutmayın ki; yapılan her bir kötülüğün sonunda yeni bir kahraman doğar ve ben o kahramanları bulmak adına yola çıktım. Şimdi bakıyorum da bir ülkeyi bölen sizler benim tek başıma özerkliklerinizi birleştirip tek yürek olmanızı istememden korkuyorsunuz. Soruyorum size ben mi böldüm bu ülkeyi…

Gençlerinizin beyinlerini yıkıyor muşum? Gülmemek için kendimi zor tutuyorum ve sizlerden utanıyorum. Asıl sizler gençlerinizin beyinlerini yıkıyorsunuz. Okullarınızda, o sıralarda verdiğiniz eğitimlerle demokratik düşünceyi yok ediyorsunuz. Zorla din dersi verip her bir bireyi dini kullanarak uyutmaya çalışıyor, dini afyon olarak kullanıyorsunuz. Derslerinizin hiçbirinde önemli eserleri okutmuyorsunuz, bilim adı altında oluşturduğunuz komisyonlardan çıkan kitapları genç beyinlere şırıngalıyor ve düşüncelerini kısırlaştırıyorsunuz. Her gün derslere girerken okuttuğunuz metinlerle herkesi tek bir kalıba sokuyorsunuz. Bunlar yetmezmiş gibi de her bir eyalet de farklı diller okutularak eskiden bir olan milleti yavaş yavaş birbirlerine yabancılaştırıyorsunuz. Evet, doğru, ben genç beyinlere bu gerçekleri sunarak onların fikirlerini kirletiyorum. Ama unutmayın ki bu kadar çok temizliğin içindeki kirlilik gerçekleri göstermektedir…

Yasalarınızın yanlış olduğunu belirten kitaplar yazıyor muşum… İlginçtir ki bunu yaptığımdan benim bile haberim yok. En çok güldüğüm suçlama da bu oldu. Hem benim tek başıma bunları yaptığımı söylüyorsunuz hem de kitaplarımı bastırabileceğim bir yerlerin olduğunu iddia ediyorsunuz. Eğer öyleyse kitaplarımı basan kişi nerede?

Yalan söylüyor efendim, size verdiğim kâğıtları okuyunuz.

Sen otur yerine. Bu kâğıtlarda yazanları nasıl açıklayacaksın.

Demek Muaviye’nin söylemleriyle suçlanıyorum bu noktada. O kâğıtta yazanların her bir kelimesini ben kaleme aldım, evet! Her birinin de arkasındayım. Ülkenizin hür olduğunu savunan bir metin yazmışınız ancak “Ulu Tanrı İle İlgili İşler Dairesi” kurarak dini kendiişlerinize alet edip halkı sömürüyorsunuz. Bu konuyu son suçlamama cevap verirken açmak istiyorum. Askeriye’nin görevi yalnızca bu ülkenin bütünlüğünü sağlamak adına dış güçlerden korumak iken sizler bu ülkeyi bölmekte askeriyeyi kullanıp önemli kararlar alırken askeriyenin boyunduruğu altında kararlar alıyorsunuz. Demokrasi’yi silahların gölgesinde bize sunuyorsunuz. Beni buraya getiren ekip bile askerlerden oluşmaktaydı. Demek ki ben sizin dış düşmanlarınızdan biriyim ve ben sizin topraklarınızda sizin elinizde yetiştim. O zaman beni yetiştiren sizler de benim kadar suçlusunuz…

Yasak kitaplara gelince, nasıl olur da onlar yasak kitap olur anlayamıyorum. O kitaplarda yazan ilkeleri kullanarak sizler şimdiki gücünüze eriştiniz. Bakıyorum da her bir kitap önünüzde duruyor;”Cumhuriyet Bir Gerekliliktir, Halk Her Şeyden Önemlidir, Milliyet ve Ülke Bütünlüğü, Değişim Devrimle Olur, Devlet Herkese Lazım, Aydın Bir Işıktır Laiklik”, kitap isimleri bunlar. Aslında burada yazanları sizler çok iyi biliyorsunuz. Önce cumhuriyetin koruyucu kalkan olduğunu buradan anlayıp onu yıktınız sonra halkın gücün küçümsenmeyeceğini anlayıp onları yanınıza demokrasi kisvesi altında çektiniz, millet kavramıyla geçmişteki atalarımızı bu işlere alet ettiniz, değişimin devrimle olacağını yanlış anlayıp kanlı bir devrimi önümüze getirdiniz, devletinizin parçalanmış bütünlüğü adına da her gün tek kanalınızdan herkesin beynini yıkamaya devam ediyorsunuz. Kısacası sizin yasakladığınız her bir kitabı sizler baş ucunuzda bulundurup, rehber edindiniz…

Son suçlamama gelince; tanrıyı tanımamam konusu. Evet, ben sizin ulu tanrınızı tanımıyorum zira ben sizin tanrınızı ayaklarımın altına aldım. Mücadeleme öyle başladım. Sizin bize sunduğunuz tanrı sizin mutlak gücünüzü kabul etmemizi emrediyor. Sizlerin yenilmez olduğunuzu her şeyi yapmaya hakkınızın oluğunu söylüyor. Adaleti bile sizin aracılığınızla kullanacağını belirtiyor. Bu gerçek tanrı olamaz. Sizler kendi tanrınızı bile öldürmüşünüz, onun yerine küçük tanrılar yaratarak; penia’yı, ploutos’u, hades’i, ares’i, zeus’u, hestia’yı, athena’yı, momos’u, eros’u, eirene’i, poros’u ve daha birçoklarını yarattınız. Sahtekârlığınıza haklıda alet edip onlarında bu büyük cinayete yataklık yapmasına sebebiyet verdiniz. Ama ben sizin cinayetinizi çıplak gözlerimle gördüm. Sizler asıl tanrınız olanı unuttunuz. Gücünüzü nereden aldığınızı unutup tanrınızı öldürdünüz.”İnsan kendisinin nasıl katili olabilir”,diyenlere en açık örnek sizlersiniz. Biliyorum ki bu salonda oturan birçok kişi, sizlerin yüzünden, beni anlayamıyorlar. Sizler büyük bir suç olan kötülüğü yaptınız; insanların düşüncelerine prangalar vurup, ölümünü beklemeye başladınız. Tekrar bağırarak söylüyorum; “sizler gerçek gücünüzü nereden aldığınızı unutup Tanrımızı öldürdünüz.” Şimdi ben sizi suçluyorum ve yaptıklarınızın cezasını hak ettiğiniz şekilde ödeyeceğinize hiç şüpheniz olmasın. İnsanları yalnızlığa itiyorsunuz. Bu yalnızlık sizlerin sonu olacak. Sizlere özgürce bağırabildiğim son öğüdümdür; “Gecelerin ardına saklanmış duygulardır gerçeklik. Günleri istila eden, yalanlar yüzünden.” Unutmayın, düşünün, gerçekleri yalnızlığınızla birlikteyken bulacaksınız. Kulak verin yalnızlığınızda kulağınıza fısıldayan seslere onlar benim aydınlığım oldu ve sizlerin de olacaktır.

Bilge Kalender’in sözleri bitmişti. Dudakları kurumuş, suratı kıpkırmızı olmuştu. Savunmasını yaparken hararetlenmiş, kalbini tutmaya başlamıştı. Ona ayrılan tabureye oturdu. Salonda büyük bir sessizlik vardı. Bilge oluşan sessizliğe şaşırdı. Sesler geliyor da ben mi duymuyorum, diyerek etrafına baktı, kimse konuşamıyordu. Şaşkın bakışlar ona doğrultulmuştu. Arka sıralarda bir hareketlilik oldu. Biraz önce ona küfür eden kalabalık bir anda onun destekçisi olmuş; “Bilge’yi bırakın!”, “Suçsuzları yargılamayın, asıl suçlu sizlersiniz.” Sesleri yükselmeye başladı. Mahkeme başkanı korkuya kapılmıştı bir an önce bir şeyler yapmalıydı. Masaya tahta çekiciyle sertçe vurdu, sesler kesildi. Kalabalığa bakmadan sert bakışlarını Bilge’ye döndürdü. İki kolunu da o’na doğru uzattı. Elleriyle tuttuğu kalemi bükmeye başladı. Kalem büküldükçe Bilge’nin suratındaki ışık daha da aydınlanıyordu. Kalem sert müdahaleye dayanamayıp kırıldı. Karar verilmişti. Bilge sakince kalkıp üstünü başını düzeltti. Daha önce fark etmediği iki askeri gördü. Askerler Bilge’nin koluna girerek salondan çıkardılar. Özgürlük boynuna geçirilen ip kadar yakındı artık mücadele başlayabilirdi zira ilk kurban veriliyordu.

Sort:  

Sevgili @mahfi, yazını ilk gördüğümde okumak için müsait olsam da geceyi bekledim. Çünkü gece, okumaktan ziyade hissedebilecektim

Uzun uzun yazmak isterdim ama bazen kelimelerin kifayetsiz kaldığı anlar vardır ve sessizlikle bile anlatılacak şeyler. Oldukça beğendim. Yazıdaki bazı kısımları çerçevelettirip asmak gerekiyor fikrimce.

Eline, koluna, zihnine ve kalemine sağlık.

@eyupyusuf üstat bu güzel yorumda içtenliğini hissettiriyorsun. Uzun yazmana gerek yok, her şeyi en iyi şekilde anlatmışın. Çok teşekkür ederim...

Çok güzel ve anlamlı bir hikaye. Bir kitaptan mı alıntı, size mi ait? Bilgilendirirseniz çok sevinirim. Paylaşım için de ayrıca teşekkür ederim.

Çok uzun zaman önce kaleme aldığım bir hikaye.Yazı bana ait...

Çok beğendim. Kaleminize, yüreğinize sağlık.

Çok aydın bir insansınız. Sizi tanıyıp, sohbet edebilmeyi de çok arzu ederim.

Öncelikle iltifatınız için çok teşekkür ederim lakin kendimi aydın biri olarak nitelendirmek doğru olmaz zira çok fazla kalemi be yüreği güzel insanlar var. Bizler sadece cülmümüz kasarız. Nasip olursa elbette ki sohbet imkanımız olur. Yeniden teşekkür ederim.

Hocam farklı dillere çevirme imkanı da olsaydı hikayeleri, büyük kitlelere ulaşırdı, güzel olurdu ama sanırım edebi olarak çevirmek oldukça zor ve profesyonellik gerektiriyor.

Farklı dillere çevirmek zor tabi ki... Önce kendi diline sonra da çeviri yapacağın dile hakim olmak lazım,dediğiniz gibi zor bir iş.

You got a 2.79% upvote from @oceanwhale With 35+ Bonus Upvotes courtesy of @eyupyusuf! Delegate us Steem Power & get 100%daily rewards Payout! 20 SP, 50, 75, 100, 150, 200, 300, 500,1000 or Fill in any amount of SP Earn 1.25 SBD Per 1000 SP | Discord server

Teşekkürler...

“Demokrasinin esas prensibi,
halkın egemenliğidir. Ancak toplumun
kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanamazsa demokrasi,
otokrasiye, yani tek bir kişinin mutlak,
sınırsız biçimde iktidarı elinde tuttuğu
bir siyasal sisteme evrilir.

Halk övülmeyi sever.
Onun için güzel sözlü halkavcıları (demagoglar) yetersiz de olsalar
başa geçebilirler.
Oy toplamasını bilen herkesin,
devleti idare edebileceği de sanılır.

Demokrasi bir eğitim işidir.
Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse, oligarşi, az sayıda kişinin iktidarı
elinde bulundurduğu düzen oluşur.
Bu böyle devam ederse demagoglar türer. Demogoglardan da diktatörler çıkar.”

Devlet (Platon)

Platon un bu sözleri demokrasinin kavramsal manasını verdiği bir gerçek önemli olan ise bu kavramsal yapıyı var edebilecek oluşumu gerçekleştirmek. Giderek kalabalıklaşan bir dünyada demokrasi maalesef Thomas More ‘un Ütopyası olarak kalmaya terk ediliyor.

Sevgili @mahfi çok başarılı bşr anlatım çok güzel bir hikaye ve ne güzel demokrasi. Tanrı kalemine zeval vermesin.

Teşekkür ederim @tahirozgen Görüşlerin değerli... Sağolasın...

You got a 30.36% upvote from @dailyupvotes courtesy of @eyupyusuf!

Çok teşekkür ederim...

Congratulations! This post has been upvoted from the communal account, @minnowsupport, by hakancelik from the Minnow Support Project. It's a witness project run by aggroed, ausbitbank, teamsteem, theprophet0, someguy123, neoxian, followbtcnews, and netuoso. The goal is to help Steemit grow by supporting Minnows. Please find us at the Peace, Abundance, and Liberty Network (PALnet) Discord Channel. It's a completely public and open space to all members of the Steemit community who voluntarily choose to be there.

If you would like to delegate to the Minnow Support Project you can do so by clicking on the following links: 50SP, 100SP, 250SP, 500SP, 1000SP, 5000SP.
Be sure to leave at least 50SP undelegated on your account.

Teşekkürler...

İyi günler, yazınız @kusadasi ve @try-market tarafından yürütülen Küratör Projesi için seçilmiştir. Cointurk etiketini kullanarak daha fazla destek alabilirsiniz.
Proje kapsamında daha detaylı bilgi almak için buraya tıklayabilirsiniz.
Cointurk Discord Kanalı
image.png

Çok teşekkür ederim...

bu yazıyı müsait bir zamanda okumaya bırakmıştım, daha yeni okuyabildim..
hem söylenecek çok söz var hem de söylenecek tek bir söz yok aslında..

sadece çok güzel olmuş diyebilirim, o atmosferi yaşadım sanki bi an..

Yazı yazarken insanların bazı sorumluluk duygularına değinmeye çalışıyorum. Yazmak için değil ya da insanlar güzel vakit geçirsinler diye değil... Bir şeyleri fısıldamak için yazıyorum.

Düşüncelerinizden dolayı çok teşekkür ederim.

Yazıyı okumaya ancak fırsat bulabildim çok güzel bir hikaye yüreğine sağlık,
Kendime de pay çıkardım bu arada içinden ilham çaldım efendim müsaadenizle

Özgürlük boynuna geçirilen ip kadar yakındı

buradan bir şiir çıkar gibi geliyor bana :)

Beğendiğinize sevindim. Naçizane yazımızdan da şiir çıkabilecek bir ilham kaynağı verebildi isem ne mutlu bana...

Sabırsızlıkla bekliyor olacağım...

Çıkar gibi dedim hocam inşallah çıkar :)

Congratulations @mahfi! You received a personal award!

Happy Birthday! - You are on the Steem blockchain for 1 year!

You can view your badges on your Steem Board and compare to others on the Steem Ranking

Do not miss the last post from @steemitboard:

SteemitBoard - Witness Update
Vote for @Steemitboard as a witness to get one more award and increased upvotes!