Bu gün Elif Şafak'ın 'Aşk' adlı romanını bitirdim. 2009 senesinden beridir raflar da , iinsanların ellerinde gördüğüm bir kitaptı. Ama şaçma romantizim içeren kitaplardan biri sanmıştım. Heleki kitabın pembeliği yüzünden ön yargı ile yaklaşmıştım. Ama kitapta anlatıldığı gibi . Hiç birşeye suyun bir zerresine bile önyargı ile yaklaşmamak gerekiyormuş bunu anladım. Kardeşim lise 2. sınıfı bitirdi bu sene ve dil anlatım ödevlerinden bir tanesi bu kitaptı . Öğretmenleri zorla aldırmış okuyun sınav yapıcam demiş . Ama bu denli ruhani , derin ve karmaşık düşünceler içeren kitap lise 2 öğrencileri için doğru bir seçimmidir bilemem. Keşke hepsi okuyup anlamış olabilse. Kardeşimde benim gibi önyargı ile yaklaşmış kitabı aşkı anlatıyo işte yeaaa dedi kestirip attı bu yüzden de sınavdan düşük aldı neyseki okulunu teşekkür belgesiyle bitirdi. Sene okul açılınca gidip öğretmenini tebrik edicem ama aynı zamanda bir kaç şikayetim de olacak. Böyle güzel düşünceler barındıran bir kitabı sınav uğruna ezbere dayalı heba etmemesi gerekirdi.
Ben öğretmen olsaydım öğrencilerimle beraber toplam ders saatimin , bir saatini hepsi ile birlikte bu kitabı okumaya ayırır ve onlarla yazılanları tartışırdım. Ama bu kitapta hem ruhani , hem dünyevi , hem mecazi ,hem semavi Aşk'ın bütünü anlatılıyor hepsinden harmanlanılmış harika bir yapıt ortaya çıkmış.
Ella adında üç çocuk annesi olan boston da yaşayan bir kadının çalışmaya başladığı yayınevinde eline rapor yazması için Aziz Zahara isimli adamın kitabının geçmesi ile beraber , Şemsi Tebrizi ve Mevlana Celaleddin Rumi'nin ruhdaşlığının safhalarında yolculuk ediyoruz okurken. Hem aralarında ruhdaşlığı hem yoldaşlığı hem de mevlaya duydukları aşkı . Siyah içinde ki beyazı , beyaz içinde ki siyah oluşlarına şahit oluyoruz . İnsan türünün aslında ne kadar kötüleşebildiğini içlerinin fesatlığını kul hakkının nasıl yendiğini , dedikodular en ufacık şeyden nasıl çıktığını görüyoruz tadıyoruz okurken çok sinirlendim karşı görüşlere , ama Şems hepsiyle çok güzel seviyeli bir şekilde uğraştı .
Cennetin, Cehennemin ve Şeytanın dışarı da değil insanın kendi içerisinde araması gerektiğini anlatan . İnsanın ne yaparsa yapsın kendine yapar sözünün yazıya dökülmüş hali gibi . Elalem ne der? sorusundan çok Doğru yoldaysam sıkıntı yok demekten geçmenin makul olduğunu gösteren bir kitap. Hayatında kötü yollara sapmış yada yanlış şeyler yaptıysan yaşın kaç olursa olsun bunun hiç bir zaman geç olmayacağını anlatan bir roman.
Ben uzun zamandır bir kitabın sonunda ağladığımı hatırlamıyorum . Tüylerim diken diken oldu okuduktan sonra. Beni en çok etkileyenlerden bir taneside kitapta yazılan kırk kuraldır. Her olay ve farklı görüşün ardından sıralanan birbirinden farklı ama bir o kadar da birbiriyle uyumlu kurallar. He bir de Şems-i Tebrizi'nin anlattığı ufak hikayeler çok hoşuma gitti .
Okumanızı içtenlikle tavsiye ederim. Çünkü Burada yazdığım kadar basite indirgenecek ya da sadece google dan özetini okuyup anlanacak bir kitap değil.
40 Kuralın 40'ı da çok güzel fakat benim beğendiklerimi aşağıya bırakıyorum
Beşinci Kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. Aman sakın kendini diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: Bırak kendini, ko gitsin! Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!
On Birinci Kural: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir sen zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.
On Dokuzuncu Kural: Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir
Yirmi Dokuzuncu Kural: Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten, ne yapalım kaderimiz böyle deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin. Bunu anlatır Yirmi Dokuzuncu Kural.
Otuz Sekizinci Kural: Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım? diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.
Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık. Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli
Ve Sonuncusu..
Kırkıncı Kural dedi tane tane konuşarak. Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. AŞK’ın ise hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde...
Muhtemelen steemit kullanıcıları da kitabın adını ve rengini görünce ön yargı yaptılar :)
Yazını okuyunca ben de beklediğimden fazlasını buldum. Ellerine sağlık.
Kitabı okursanız daha da fazlasını bulacağınıza emin olabilirsiniz :) Belki benim kapağımın pembeliği onlarda ön yargı oluşturdu bilemeyiz .