Yarın diye beklenen dünlerden bir gün hayatı büyük sıkıntılarla geçmiş olan bir derviş kuşağından iki tane kayısı çekirdeği çıkardı. Çekirdekleri avuçlarında iyice ovuşturduktan sonra yola koyuldu. Dağlardan, ovalardan geçti; yaşlı bacakları ile yolları öğüttü. Kilometreler aştıktan sonra yemyeşil bir vadiye ulaştı. Bu vadiye o zamanlar hiçbir kul ayak basmadığı için vadinin henüz ismi konulmamıştı. Hala avucunda tuttuğu kayısı çekirdeklerine bir kez daha baktı. Sonra vadinin ortasında akan etrafı söğüt ağaçlarıyla çevrili söğüt dallarının arasından adeta süzülerek gelen güneş ışığıyla yeşil bir elması andırırcasına parlayan bu berrak dereye tanrının adını anarak avucundaki çekirdekleri yavaşça bıraktı ve Derviş sırra kadem bastı.
O zamanlar adı bugün bilinmeyen bu ülkenin başında Zalat Sultan bulunuyordu. Zalat Sultan ülkeyi babasından devraldığı günden buyana ülkesi adına hiçbir şey yapmıyor babasından kalan servetle gününü gün ediyordu. Durum buyken adı bilinmeyen bu ülkede halk yiyecek bir dilim ekmeğe muhtaç yaşamaya başlamıştı. Zalat Sultan'dan aman medet uman vatandaşlar ise zindana atılıyordu. Hal böyle olunca halkı Zalat Sultan'dan korkarak ona karşı içten içe nefret büyütüyordu.
Zalat Sultan bir gün ülkesinin insanlardan uzak ücra bir yerine kafa dinlemek için geldi. Bir derenin yarında yaktığı kor ateşte nar gibi kızaran ceylan etini doyasıya yedikten sonra su içme ihtiyacı duydu. Matarasında hiç su kalmadığını fark edince dereye indi ve matarasını doldurdu. Suyunu kana kana yudumlarken dereden akan iki tane çekirdek dikkatini çekti. Bu çekirdeğin hangi meyveye ait olduğunu bilmiyordu. Neyse ki çekirdeklerden birine uzanıp alabildi. Çekirdeği bir süre inceledikten sonra cebine attı.
Zalat Sultan saraya geldikten sonra saray bahçesinin en güzel yerine bu çekirdeği ekti. Bir an önce bu çekirdeğin yeşermesini ve büyümesini istiyordu. Çünkü böyle bir çekirdeği ilk kez görmüştü ve çekirdeğin neye ait olduğunu merak ediyordu. Her gün düzenli olarak çekirdeği ektiği bu yeri sulamaya başladı.
Diğer çekirdek ise derenin içinde çürümeye yaklaşmıştı. Ama az ilerde sürüsünü otlatmakta olan Çoban Mehmet çekirdeği bulmuş ve çürümekten son anda kurtarmıştı. Çekirdeği güneşte güzelce kuruttuktan sonra akşam ağılına gelen Mehmet çekirdeği ağılın girişinin hemen yanına ekti ve can suyunu verdi.
Çok kısa bir zamanda çekirdekler yeşerdi. Beş yıl içerisinde de birer ağaca dönüştüler. Yalnız Çoban Mehmet ağaçla fazla ilgilenemediği için onun ağacı Zalat Sultan'ın ağacına göre küçüktü. Zalat Sultan ise ağacına çok iyi bakıyor, günde iki kez suluyordu. Zalat Sultan'ın ağacı ertesi yıl çiçeğe durdu ve yumruk büyüklüğünde meyveler verdi. Sultan bu meyvelerden yedi ve meyvenin hoş tadı onu büyüledi. Ertesi yıl büyük bir tarlaya bu çekirdeklerden ektirdi. Düzenli olarak günde iki defa sulanmasını emretti. Çoban Mehmet'in ağacı ise hala bodur bir çalıyı andırıyordu.
Gel zaman git zaman Zalat Sultanın büyük bir kayısı bahçesi olmuştu. Çoban Mehmet'in ağacı ise bu yıl yeni çiçeğe durmuştu. Ama Zalat Sultan'ın hazinesi de günden güne eriyordu. Dahası ülkede isyanlar çıkmaya başlamıştı. Zalat Sultan ise hala hiçbir şeyi umursamıyor hazinelerinin bitmeyeceğini sanıyordu.
Ve an geldi. Sultan'ın hazineleri eridi bitti. Sultan çaresizdi. Ne yapacağını bilmiyordu. Daha önce hiç yoksulluk görmemişti ki. Hal böyle iken bir de ülkesinde çıkan isyanlarla uğraşmak zorundaydı. Kayısı bahçeleri ile de artık hiç zaman ayıramıyordu. Zaten askerlerinin çoğu çıkan isyanlarda can verdiği için sarayında kalan bir kaç adamı da asker olarak tayin etmişti. Ve gün geldi susuzluğu hiç bilmeyen kayısıları da kurudu gitti.
Artık Zalat Sultan'ın hiç gücü kalmadı. Son askerleri çıkan isyanlarda can vermiş halk Zalat Sultan'ın sarayını basmıştı. Ama Zalat Sultan kaçmayı başardı. Geriye ise ülkede büyük bir boşluk ve aç sefil vaziyette bir halk kaldı.
Çoban Mehmet'in ise iki misafiri ağırlıyordu. Zalat Suldan dağda halktan kaçarken Çoban Mehmet'in tüten bacasını görmüştü. Çoban Mehmet Zalat Sultan'ı tanıdı. Onu evinde misafir etti. Kendisine ikram edilen kayısılardan yiyen Zalat Sultan belki de ilk kez duygulanmıştı. Ve ağladı da. Diğer misafir ise hemen şimdi geldi. Üstü başı param parça bir vaziyette ak sakalı göğüs hizasında başında sarığı belinde kuşağıyla gelen o Derviş'ti.
Ve Derviş şöyle: "Sen Çoban Mehmet' Sen içindeki merhametle hayvanları yönettin. Doğadan merhameti öğrenmiştin. Yoksulluğun seni daha da yükseltti. Ağılın kapısının sağına bir kayısı ekmiştin. O ağacı sulamak için pek vaktin olmadı. Şimdi onun meyvelerini yiyorsunuz. Ama o ağaç su bulabilmek için köklerini daha da derine, en derine kadar saldı. Belki bodur kaldı ama nice kuraklıklara böyle dayandı." Ardından Zalat Sultan'a döndü: "Sen Zalat Sultan! Babanın serveti vardı. Halkını sömürerek biriktirmişti bu serveti. Sonra ne oldu? Bedenini toprağa ruhunu yıldızlara gönderdiniz. Geriye sana, hiçte sana ait olmayan bir servet kaldı. Sarayının bahçesine bir tane tohum ekmiştin. O tohum hızlıca büyüdü. Çünkü onu her gün onu suluyor bakımını yapıyordun. O bir kayısı ağacı idi. Kayısılar hoştu öyle değil mi? Bu yüzden büyük bir kayısı bahçesi yaptırdın. Aynı şekilde onları da suladın. Ama işler sonra hiçte beklediğin gibi gitmedi. Servetin tükendi. Halktan sana isyan etti. Bunlardan fırsat bulup kayısılarını sulayamadın. Senin kayısıların daha önce hiç kuraklık görmemişti. Kökleri yüzeydeydi. Az bir kuraklık görünce hemen kurudu." seslendi.
Derviş biraz soluklandıktan sonra Çoban Mehmet'e döndü: "Zalat'ın daha öğrenecekleri var. Koyunlarını ona ver. Sevdiği meyveden koparıp koparıp merhameti ve yoksullukla yaşamayı öğrensin. Sen ise Çoban Mehmet, git tahta otur. Sen bu yoksulluğa dayanabilirsin. Aç halkı doyur, çıplak halkı giydir. Halkınla birlik ol onları merhametle yönet ve onları refaha kavuştur. Bu KUT senindir."
Ve Mehmet tahta geçti. Aç halkı doyurdu, çıplak haklı giydirdi. Ülkesine Meyve bahçeleri yaptı. Ürettikçe üretti. Merhametle ülkesini yönetti.
Hello @originalworks.
I thought you might like this post. Thanks!