Bundan yaklaşık 8 ya da 9 yıl önce, bir gün işe gitmek için sabah servise bindiğimde, etrafa bakıp yeni doğmuş günün tadını çıkartıyordum. Ama görüşüm bir farklıydı. Sol gözümün gördüğü yerin ortasında küçük bir nokta ve kuyruğu görünüyordu. Epey ürktüm 'ne oldu lan bana' diye. Gelip geçici bir şey sanmıştım ki değilmiş. Adı 'muşvolan'mış. Tam bir baş belasıymış...
Gözümüz milyonlarca yıllık gelişme ve evrimin kusursuz bir ürünüdür. Yaşayan birer kamera taşımaktayız. Öyle bir kamera ki, hiç bir milyar piksellik çözünürlüğe sahip kamera, kolay kolay bu kameranın performansına erişemiyor. Diğer bazı organlarımız kadar ultra-karmaşık olmasa da gözün de kendine has özel bir yapısı ve doğası var. En ilginci de gözün diğer bazı bir kaç organımızda olduğu gibi doğduğumuzdan öldüğümüz ana kadar hiç bir şekilde değişmiyor olması. Aslında bugün anlatacağım olay, bu durumun da bir sonucu. Konuya geçmeden önce göz aslında ne ve nasıl çalışıyor gibi bir giriş yapmaktan memnuniyet duyacağım. Konuyu kafamızda iyice oturtabilmek için gözün işleyişini de anlıyor olmamız lazım.
Milyarlarca yıl önce ilk tek hücreli organizmalar dünya sığ denizlerinde ortaya çıktıklarında elbette görmek için bir gözleri ya da göz çukurları yoktu. Ama zamanla ortaya çıkan, bir ışığa duyarlı protein sayesinde gün ışığının olduğu yere doğru yönlenebilme şansı yakaladılar. Sonra bu yavaş yavaş bir organel haline geldi. Daha sonra bir çukur. Karaya çıkıldığında ise bu çukurun içindeki özel tuzlu su karışımı korunmalıydı. İşte bu nedenle gözün yer alacağı ışık algılayıcı çukurun dışı bir zarla korunur hale geldi. Sonra göz kapakları, sonra kirpikler ve sonra da göz.
Şunu biliyoruz ki günümüzde çok ama çok az sayıda canlının gözü yok. Gün ve gece ışıklarından, görüntülerinden yararlanarak hayatını sürdüren milyonlarca tür vardır. İşin en büyüleyici tarafı ise bizim yani insanların gözleri ile böceğinden, sürüngenine, kuşundan, balığına kadar bir çok çeşitteki canlının gözleri hemen hemen aynı morfolojidedir. Yani aynı renkleri, aynı şiddetle ve aynı netlikle göremiyor dahi olsak, görme mekanizmamız üç aşağı beş yukarı aynı!
Bir önceki yazımda da açıkladığım gibi temelde görme, baktığımız cisimden yansıyan ışığın gözümüze gelmesi, ağ tabakaya düşmesi ve bu sinyallerin beyin tarafından yorumlanması sonucu oluyor. Gözüm yoruldu demek son derece yanlış bir yaklaşımdır. Göz hiç bir zaman yorulmaz. Göz canlı olduğu sürece ebediyen görebilecek bir organdır. Yorulan göz değil, göz kaslarıdır sadece. Peki gözün içinde ne var da görebiliyor? sorusunu yanıtlamaya çalışalım birazcık. Gözün temelde üç bölümü, yani üç tabakası vardır: Gövde, lens ve film. Fotoğraf makinasıyla uğraşanlar bilir. Bu, tıpkı bir kamera ya da fotoğraf makinasına benziyor. Gözün ön bölümünde sert bir dış tabaka vardır. Burası -sklera- çok ince bir zarla çevrilidir. Göz ortasında iris ve lensler vardır. İç tabaka, ağ tabakasından meydana gelmektedir. Gözümüzün en önünde bildiğimiz saydam kubbe gibi olan yer meşhur korneadır. İşte ışık gözümüze oradan giriş yapar. Korneadan geçen ışık kasılıp gevşeyebilen ve aynı zamanda gözümüze renk veren irisin ortasında bulunan pupilla yani göz bebeğimizden geçer. Göz yuvarının içinden ilerleyen görüntü, yani ışık ağ tabakaya ters olarak düşer. Buradan da optik sinir yoluyla beyne iletilerek beynin ilgili bölgesinde bu görüntüler yorumlanır. Bu aslında kendi içinde düzenlenmiş küçük bir optik yoldur. Optik yolları, ışıkla ilgilenenler iyi bilirler. Bir dizi mercekler, kolimatörler, ekranlar vs. vardır. İşte bu en doğal olan optik yollar, bizim göz kafeslerimiz içinde ve sürekli bizimle beraberlerdir.
'Bir şeye gözü gibi bakmak!
Bu bizim dilimizde çok sık kullandığımız ve güzel bir deyimdir. Ama neden gözü gibi ? Neden kulağı gibi ya da burnu gibi vs. değil de gözü gibi? Hiç düşündünüz mü? Neden olduğu aslında ap açık belli. Göz belki de duyu organlarımız içerisinde en değerlisidir. Çünkü gittiği zaman ya da geri döndürülemez şeklinde sınıflandırılabilecek bir hasar aldığı zaman bir daha yenisini de koysanız çalışmaz. Kulağınız koparsa belli oranda duymanız sağlanabilir. Diliniz yanarsa kendisini onarabilir. Dokunma duyunuz belli rehabilitasyon, operasyon ve tedavi süreçlerinden sonra kısmen geri getirilebilir. Koku alma duyunuz, tat alma sinirleriyle aynı yerden çalıştığı için belli oranda telafi edilebilir. Ama gözünüz çıkarsa ya da kör olursa, yerine yeni göz de taksanız bir daha göremezsiniz. O nedenle çok değerlidir. Ona çok dikkat etmek ve iyi bakmak zorundasınız. Ama şu da bir gerçek ki ülkemizde bol bol göz hastalığıyla mücadele edilmekte. Oftalmolog adı verilen göz doktorları bu hastalıklarla ilgilenmektedir. Genellikle göz lensinde olan bu hastalıkların en yaygınları, miyop, hipermetrop ve astigmat. Ha bir de katarakt ve göz tansiyonu var ki. Bunlar da bir şekilde tedavi yüzdeleri iyi olan hastalıklar. Ama bazı göz rahatsızlıkları ne kolay kolay tedavi edilebiliyor. Ne de hastaya iyi bir vizyon sağlanabiliyor. Bunlardan birtanesi retinal detachment yani retina yırtılması. Bir diğeri de eyefloater yani yazımızın konusu olan muşvolanlar!
Muşvolan kelimesi Türkçemize 'Mouches Volantes' lafından girmiş. Latince. Uçuşan Sinekler anlamına geliyor. Gerçekten de yukarıdaki resme bakarsanız. Kişinin görüşünde sanki uçuşan sinekler, böcekler vs. var gibi görünüyor. Ama İngilizcede buna 'eye floater' deniyor. Yani göz akanları gibi bir anlam çıkarılabilir. Her neyse! Bu acı veren ya da ağrı yapan bir hastalık değil. Hatta bir hastalık olarak sınıflandırılır mı o bile belli değil. Eğer birazdan bahsedeceğim bazı çok ciddi şeyler gerçekleşmiyorsa, görmede de önemli bir soruna neden olmuyor. Ama bu rahatsızlığı taşıyan kişi için inanmayacaksınız belki, canından bezdiren bir sorundur. Ben artık o candan bezme aşamalarını geçeli çok oldu. Beyni adaptasyonu sağladı (biraz sonra ne olduğunu anlatacağım). Varlığıyla yokluğu o kadar da umrumda değil level'ına gelmiş durumdayım. Ama bu rahatsızlıkla ilk ya da yeni yüzleşen bir çok insanın psikolojisinin çok bozulduğunu ve hatta bazı kişilerin 'böyle yaşayıp göreceğime ya kör olayım ya da öleyim' diyecek kadar ilerlediğini de biliyorum. Peki neden? Çünkü sizin yukarıda gördüğünüz başlangıç seviyesinde bir eye floater görüntüsü. Çoğu vakada insan günlük yaşamda gözünün ortasında baktığı heryerde her zaman, portakal büyüklüğünde bir daire, yumak yumak olmuş saçma sapan bir örümcek ağı yapısı, çubuklar, çomaklar, başı boş aptal saptal noktalar ve karaltılar görüyor. Bu işin kötü tarafı ise ne yaparsanız yapın. Bu yapılar siz nereye bakarsanız gece- gündüz, hafta sonu, uyku öncesi-uyku sonrası demeden orada bulunuyor ve hatta bazen küçük de olsa baktığınız şeyin yapısını azıcık farklı göreceğiniz şekilde çarptırabiliyor.
Bunların bir başka kötü yanı da ne yazık ki zamanla filan geçen bir şey olmaması. Yani zamanla geçmek bir yana zamanla artıyor da diyebiliriz. Öyleyse nedir bu eyefloater ya da muşvolan denen şey gelin birlikte bir bakıp anlamaya çalışalım. Göz yuvarının büyük bir çoğunluğu tuzlu bir suya benzeyen yumurta akı kıvamında bir sıvı ile doludur. Bu sıvı-pelte bölgeye vitreus adı verilmektedir. Hacim olarak gözün epey bir kısmını kaplar. Biyolojik açıdan ne işe yarar diye baktığımızda az önce size bahsetmeye çalıştığım organik bir optik yol olan gözün içindeki bölümleri muhafa etmek ve lensten gelen ışığın doğru bir optik düzenek içerisinde yayılmasını sağlamaktır. Ancak çok ilginçtir ki bu sıvı, doğduğumuz andan, öldüğümüz ana kadar hiç değişmez. Hep aynı kalır. İçinin asiditesi de bazikliği de, sıcaklığı da hatta basıncı da aynı kalmaktadır. İçine her hangi bir damar girişi ya da çıkışı yoktur. Büyük çoğunlukla da durgundur.
Vitreus'un yapısı fibril kolajenler, proteinler, su, tuz ve çeşitli minerallerin bir karışımından oluşuyor. Göze alınan bir darbe, buradaki yapının içine çevredeki kılcal damar vs. gibi şeylerden kan plazması ya da ölü kan hücresi akmasına sebep olabiliyor. Ya da bu yapının içerisinde bulunan bazı akyuvarlar ölerek hücre cesetleri yığınları oluşturabiliyor. Ya da hiç bir darbe alınmasa bile zamanla buradaki liflerin yoğunluğu artıyor ve burada bir 'debris' ya da diğer bir deyişle birikinti/çöplük topaklaşmalarına neden oluyor. Bu durum genellikle yaşlandıkça gerçekleşen bir olay. Fakat yapılan araştırmalara göre bunu bazen genetik faktörlere de bağlı olarak bebeklerde bile görebiliyorlarmış. Eye floater'ların o gölgemsi görüntüleri aslında direkt olarak onları gördüğümüz anlamına gelmiyor. Aslında gölgemsi dememin bir nedeni var. Çünkü o gördüklerimiz gerçekten birer gölge. Çünkü biz gözümüzün içindeki bir şeye odaklanıp göremeyiz. Odaklama lens tarafından gözün dışındaki bir nesneye olabilir. Göz yuvarının içindeki bu kalıntıların iris içerisinden geçip ağ tabakamıza (retinaya) gitmekte olan ışığı engellemeleri ve arkalarındaki gölgeyi de retinanın üzerine düşürmeleri söz konusu. İşte tam da bu nedenle bizler gözümüzün önünde uçuşan bu şeylerin lense mi yakın, retina yı mı yakın yoksa ortalarda bir yerlerde mi olup olmadığını anlayamıyoruz. Çünkü o noktada her hangi bir derinlik algımız yok.
Eyefloater taşıyanların çok dikkat etmesi gereken bir kaç husus, daha doğrusu bazı belirtiler var. Eğer bu belirtilere sahipseniz, durum o kadar masumane olmayabiliyor. Bunlardan bir tanesi göz önünde çakan şimşekler. Hem de durduk yere! Bu, çoğu zaman tansiyonatif bir durumla karıştırılabiliyor. Çoğunlukla kişi, tansiyon düştüğü zaman bu da geçecektir gözüyle olaya bakıyor. Ama aslında bu durum sıklaşan periyotlarla tekrarlayabilir. İşte bu noktada sizin için tehlike çanları çalıyor olabilir. Çünkü bu tip ışık patlamaları aslında size görmeyi sağlayan ana tabaka olan retinanın üzerindeki sinirlerde bir problem olmakta olduğunu anlatıyor olabilir. Yani o kadar yoğun floater'larınız vardır ki. Retinaya yapışıp, retinayı üzerindeki sinirleriyle birlikte çekiyor ve deforme ediyor olabilir. Belli bir zaman sonra retinayı bulunduğu bölgeden iyice çekecek ve yırtacaktır. İşte böyle bir durumda ne yazık ki kalıcı körlük meydana gelebilir. Bu tip bir durumda bile göz cerrahlarının görüşü tam olarak kaybetmemek için yapabilecekleri bir ameliyat var. Ama eğer başınıza böyle bir belirti gelirse, lütfen gecikmeden göz doktoruna mutlaka görünün.
Bir başka önemli semptom da gözün belli açılarında karaltılar görülmesi. İşte aslında bu nokta bir önceki anlattığımda biraz daha vahim bir alanda bulunduğunuzu gösteriyor. Aslında sizde kısmı körlük başlamış demektir. Olay yine size yukarıda anlattığım retinal yırtılmayla açıklanan bir şey. Eğer yapılacak bir şey varsa o da yine göz cerrahınızın gözünüzü ameliyat ederek. Kurtarabildiği kadar retinal alan kurtarması olabilir. Görüş alanınızın daraldığını hissediyorsanız da saniye kaybetmeden oftalmoloğunuza gidiyorsunuz...
Bu 2 ana husus dışında zaten pek bir önemli semptom olmayacaktır. Zaten olayın kendisi başlı başına bir semptom. Nereye baksanız orada gördüğünüz kargacık burgacık saçmalıklar. Yazının başında da belirttiğim gibi aslında her hangi bir ağrı-sızı yapmıyor. Ama özellikle yeni yakalananlarda korkunç bir gerginlik, depresif bir ruh hali ve üzüntüye yol açıyor. Şimdi en yakındaki bilgisayar mouse'unu elinize alın ve gözünüzün dibine kadar yaklaştırın. Ve sonra etrafa onun gözünüzün önünde yarattığı perdeleyici karanlıkla bakıp manzara tadı çıkarmaya başlayın bakalım nasıl oluyor. İşte ciddi oranda fazla eyefloaterları olan kişiler (misal ben) böyle bir şeyle yaşamak zorunda. Dolayısıyla bunu psikolojik anlamda sindirip, hayata bu vizyonla devam edebilmek oldukça zor haliyle. Ama *beyin!!!. Bu beynimiz yok mu beyin. Dostlar hakikaten harika bir organı kafatasımızda taşıyoruz. Bizim ne yapsak da gözümüzün önünden gidersek dediğimiz bu melanet şeye beyin kendince bir çözüm buluyor. İşte bu iyi haber!!. Ben bunu tecrübe ettiğim için gönül rahatlığıyla anlatabilirim. Beyin, tıpkı burnumuzun sürekli aynı ağır kokuları almaya başladığında harekete geçirdiği ve aynı kokuyu sürekli almamamızı sağlayan sigorta mekanizmasına benzer bir şeyi bu eye floater'lar için de gerçekleştiriyor. Biz her ne kadar gözümüzün önündeki o şey bi gitse de biraz olsun rahatlasak diye uğraşsak da, gözümüzü sağa-sola, yukarı-aşağı deli gibi oynatıp dursak da, gözümüzü tikli akıl hastaları gibi saniyede 1000 defa kırpıp açsak da, o şeylerin gitmesini bir türlü sağlayamıyoruz. Ama beynimiz belli bir yıl sonra, artık gözden gelen bu sinyalin çok da kaile alınmaması gerektiğine kanaat getiriyor ve bir noktadan sonra artık o şeyi görmeye eğilimi ortadan kalkıyor. Hele ki iyi dinlendiysek, kan dolaşımımıza, sporumuza, beslenmemize önem verdiysek, beyin bu konudaki en iyi yardımcımız oluyor. Bu da biline 😉😉..
Aslında bu problemi olmayan bir çoğunuz ; "vah vah vah! ne kötü!", ya da "hakkaten o ne ya öyle, nasıl bi his ki böyle yaşamak", ya da "tam olarak nasıl birşey, ne benziyor ki?" tarzında şeyler düşünüyor olabilirsiniz. Ama bunların neye benzediği hakkında aslında bana sorarsanız sizin de bir fikriniz var. Özellikle çok yorgun olduğunuz zamanlar ya da çok net, açık bir zemine , bazen gözünüzün önünden küçük, gri bir nokta ya da cisimcik şöyle uçarak süzülür gider. Ya o gittikten hemen sonra öyle bir şey olduğunu hemen unutursunuz. Ya da çoğu zaman dikkat etmezsiniz. Hatırladınız mı? O küçük şeyi. İşte o tam olarak bir eyefloater! Ama sizde ya çok azdır ve dikkat etmezsini, ya da hemen görüş alanınızdan çıkıyordur. İnanın bana, eyefloater dediğimiz şey, hemen hemen her insanda mevcut. Çünkü daha doğduğunuz andan itibaren bir nevi yaşlanıyorsunuz ve her çeşit yaşlanma durumunda gözünüzün içindeki bu 'debrisler' birikiyor. Ama göz bebeğinizden ışık demetinin geçip de retinaya düştüğü düzlemde bulunmayabiliyorlar. İşte bu düzlem ya da çizgi aslında sizin görme hattınız oluyor. Bizim gibi bu dertten ciddi şekilde muzdarip olanların ya eyefloater sayısı çok olduğundan ya da tamamıyla talihsizlikleri yüzünden görme hattı üzerinde bulunuyor. Eğer eyefloater'lar görme hattı üzerinde değilse onları görmezsiniz ve onlardan habersiz mutlu mesut yaşarsınız.
Muşvolan derdi genellikle düz ve parlak bir zemine bakıldığında kendini çok belirgin bir şekilde göstermektedir. Özellikle açık bir gökyüzü mavisi, muşvolandan muzdarip birisi için oldukça can sıkıcıdır. Örneğin buna laptop ve tablet ekranları da dahildir. Resmen eyefloater'larınızı net bir şekilde görebileceğiniz bir ortam oluştururlar. Bu sebeple bu sıkıntıyla yaşayan insanlar genellikle, loş ve karanlık ortamlarda var olmak isterler. Bilgisayarlarının ya da telefon/tv gibi aletlerinin ekranları dibine kadar kısıktır. Işıklı ortam onlar için çok can sıkıcıdır. Hatta belli bir süre sonra perdeyi açmaya korkma gibi saçma sapan hareketler vuku bulabilir.
İlginç bir istatistik olarak da size bu problemin genellikle sol gözde fazlaca çıktığını ve sol gözde miyop problemi olan insanlarda çok sıklıkla görüldüğünü söylemem gerekir. Ama bu bir kural değildir. Her iki gözde olan insanların sayısı da azımsanmayacak kadar fazladır. Örneğin benim her iki gözümde de mevcut. Ama gerçekten soldakiler çok fazla ve can sıkıcı.
Hiç mi bir şey yapılamıyor bu konuda diyebilirsiniz. Evet yapılmaya çalışılıyor elbette. Mesela Vitrektomi denilen iğrenç bir göz ameliyatı var. Gözün içine biri inlet, biri outlet ve diğeri de operasyon esnasında doktorun gözün içini görmesini sağlayan bir başka prob olmak üzere 3 prob sokuluyor. Inletten özel bir tuzlu su solüsyonu göze verilirken, outletten gözün içindeki bir çok eyefloater ihtiva eden vitreous çıkartılıyor. Bu çok titizlikle gerçekleştirilmesi gereken bir operasyon. Bildiğim kadarıyla ülkemizde bu operasyonu sırf eye floater'ları temizlemek için yapan bir sağlık kuruluşu ya da doktor yok. Buna Floaters Only Vitrectomy (FOV) adı veriliyor. Yapılabilir ama hiç bir doktora bu ameliyattan sonra hastanın başına gelebilecek semptomların riskine girmek istemez. Çünkü ameliyattan sonra o gözde binbir çeşit başka problem çıkıyor. Astigmat, katarakt (ki bu kesin), göz tansiyonu bunlardan bir kaçı. O gözü eski haline getirebilmek için yine bir 6-7 defa daha ameliyat masasına yatmanız gerekebilir. Evet Amerika'da ve bazı gelişmiş ülkelerde FOV yapan yerler mevcut. Ama ülkemizdeki doktorlar artık retina yırtılması aşamasına gelinmediyse böyle bir operasyonu önermiyor da sıcak da bakmıyor.
Öte taraftan bir kaç senedir ülkemizde de uygulanmakta olan laser vitreoliz denilen bir tedavi biçimi var. Bu çok daha hafif etkiler bırakan hatta belki hiç bir yan etki bırakmayan bir tedavi şekli. Ben bu tedaviyi İzmir'de oldum. Ama gözümdeki bu şeylerin sahip olduğu bazı özel yapıları ve konumları nedeniyle tedavi bende yanıt vermedi. Ama yanıt veren bir çok insanın hikayesini de okudum. Bu tedavi için doktorunuz sizin gözünüze abuk subuk spreyler sıkarak, göz bebeğinizin deli gibi açılmasını ve daha az zorlanma hissedin diye birazcık da uyuşmasını sağlıyor. Bir kaç saat sonra göz bebeğiniz deli gibi genişlediği için adam önce özel bir aletle oradan göz yuvarınızın için, vitreusa bakıyor. Görebildiği floater topaklarının yerlerini ve yoğunluğunu tespit ediyor. Ve bu şekilde lazer ile oraya kaç atış yapabilirim vs. gibi bazı fizibilite çalışmaları yapıyor. Daha sonra bir sandalyeye oturtuyor ve gözünüzü lazer atan cihazın oküler kısmına onun istediği gibi dayamanızı istiyor. O, o anda cihazın arka tarafından hem gözünüzün içini görüyor hem de bir silahmış gibi lazerin atış yapacağı floater'ların üstüne hedef almaya çalışıyor. Bir kaç saat boyunca büyük bir sabırla bu şekilde beklemeniz gerekebilir.
Doktor, tam hedefine aldığı eyefloater'ın üzerine nişan alınca belli bir enerji taşıyan (belli dalga boyundaki) laser atımını yapıyor. Bu laser yAG laser olabilir. Bunu defalarca yapıyor. Her atışında eyefloater, biraz daha buharlaşarak ya gözün yuvarında üst kısma çıkıyor, ya da küçük parçalara ayrılarak görme hattından uzaklaşıyor. Tabi çeşit çeşit nitelikte eyefloater var. Kimisi ağsı yapıda ve az yoğun. Kimisi küçük nokta ya da çubuklar. Kimisi de koca koca yumaklar. Bunların yalnızca üzerlerine lazeri odaklayabildiklerine atış yapabilir. Doktorun atış yapmaktan kesinlikle kaçındığı bazı belli bölgeler var. Mesela floater'larınız eğer retinaya çok yakınsa, doktorunuz oraya atış yapmaz. Çünkü bu çok risklidir. Oraya gelebilecek bir tane laser atımı sizi kör edebilir!. Bu riski siz isteseniz de doktor almayacaktır. Aynı şekilde lense çok yakın floater'lara da atış yapmaz. Bu durumda da atışın floater üzerinde yarattığı o minik patlatma ve yakma enerjisinin neden olduğu etki, göz yuvarındaki floater içinde enerjik dalgalanmalar yaratır ve bu dalgalar gider sağlıklı olan göz merceğinize çarparak orada absorplanır. İşte bu anda sapasağlıklı göz merceğinizi de durduk yere deforme etmiş olursunuz. Eğer Katarakt ameliyatı olduysanız ve göz merceğiniz sizin doğal lensiniz değil de yapay bir lensse doktor, bu lense çok yakın olan floater atışını yapabilir. Çünkü o lens bozulsa bile yenisiyle değiştirilebilir. Aksi taktirde atışı yaptıramazsınız. Benim durumum da böyle olmuştu en azından.
Eye floater'lar hakkında epeyce bilgi verdiğimi tahmin ediyorum. Ümit ederimki hiç birimiz bu problemi yaşamayalım. Ama her ne kadar tam olarak bilmesem de ülkemizdeki insanların neredeyse yarısına yakını bu dertten az ya da çok muzdarip olduğunu düşünüyorum. Göz rahatsızlığı deyince tedavi anlamında insanın hemen aklına göz damlaları geliyor değil mi? Yukarıdaki fotoğrafa bakıp "İyi de abi bunun mutlaka damlası mamlası vardır, sen yannış biliyon" diyenleriniz için cevap: "Yok abi! Bunun damlası da yok, oral yoldan ya da enjeksiyonla damar yolundan alınacak her hangi bir ilacı da yok!" Her ne kadar internette bir ton eye floater medication ürünü görseniz de onların hiç biri bir işe yaramıyor. Bir kısmı dolandırıcı, bir kısmı umut tüccarı. İlacı henüz yok. Çünkü buradaki ana handikap, vitreusun içine giren kılcal ya da kılcal olmayan her hangi bir damar yok. Dolayısıyla içilen o ilaçların etken maddesinin metabolik bir reaksiyon gerçekleştirebilecek ne bir damar ne de organik bir ambiyans var floater'ların olduğu yerde. Evet büyük enstitüler harıl harıl bunun enzimatik bir tedavisi üzerinde çalışıyorlar ama ne yazık ki yakın vadede bunun da sonuçlarını görebileceğimizi sanmam.
Aşağıdaki youtube videosunda bir laser vitrectomy operasyonu sırasında gözün içindeki durum kameraya çekilmiş. İzlemenizi tavsiye ederim.
Bu yazıyı okumak için vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkürler. Umarım bazılarının işine yarayan bilgileri verebilme şansı bulmuşumdur. Kendinize ve gözünüze iyi bakın!!!
REFERANSLAR
1-Gözünüzün Önünde Uçuşan Noktalar Görüyor musunuz ?
2-IGözde uçuşan lekeler, lazer tedavisi “vitreolizis” ile son buluyor
3-Eye Floaters, Flashes And Spots
4-*Eye Floaters or Degenerative Vitreous Syndrome or DVS?
*
5-To Treat—or Not to Treat—Vitreous Floaters
6-Gözün Evrimi: Görme, Göz Kusurları, Gözde Evrimsel Hatalar ve Çok Daha Fazlası...
Gerçekten atış yapıyormuş çok ilginç videoydu :)
Hocam ne yaptın ya iki turda okudum :) Yazı çok başarılı da çok fazla bilgi içeriyor :)
Aslına bakarsan söz sanatına bile girer bu kadar kızma :)
Sana da geçmiş olsun demek isterdim ama yazını dikkatli okumadığımı düşünürsün diye sadece üzüntümü iletmek kalayım. Gerçekten zor bir hastalık. Parlak bir cisme ya da güneşe baktıktan sonra geçici olarak yaşıyoruz ve epey rahatsız edici. Fakat dediğin gibi beynin inanılmaz bir mekanizması ve uyum sağlama kabiliyeti var. En azından rutin hayatında her saniye bunu hissetmiyor olman rahatlatıcı.
Eline sağlık yine inanılmaz bilgilendirici bir içerik olmuş.
Congratulations! This post has been upvoted from the communal account, @minnowsupport, by gokhan83kurt from the Minnow Support Project. It's a witness project run by aggroed, ausbitbank, teamsteem, someguy123, neoxian, followbtcnews, and netuoso. The goal is to help Steemit grow by supporting Minnows. Please find us at the Peace, Abundance, and Liberty Network (PALnet) Discord Channel. It's a completely public and open space to all members of the Steemit community who voluntarily choose to be there.
If you would like to delegate to the Minnow Support Project you can do so by clicking on the following links: 50SP, 100SP, 250SP, 500SP, 1000SP, 5000SP.
Be sure to leave at least 50SP undelegated on your account.