- Bu arabayı bi çekiciye yükleyip kendimiz uçakla gitsek daha az masraf oluyordu biliyorsun değil mi?
...dedi Selim. Saat sabahın 3'ü, 240'la giden bir 911'in yan koltuğunda elleri kapı kolunu sımsıkı tutarken. Bu ani dönüş niyeydi? Ve neden İstanbul'dan İzmir'e hava yoluyla değil kara yoluyla gidiyorlardı. Bu kadar acelesi varken neden?
- Tamam. Ben de bilmiyorum. Çantam arka koltukta. Ön gözünü aç.
...diye cevap verdi Deniz. Selim ne olduğunu anlamaya çalışarak mektubu çıkardı ve açtı. Okumaya başladıktan bir kaç saniye sonra arabanın iç ışığını yaktı. Deniz hemen atlayıp ışığı kapatınca mektubu okudu ve sordu;
Bu ne şimdi?
Bilmiyorum. Her şey mektupta yazdığı kadar. Zaten biliyosun, pek kontakt yok aramızda. Arada bir büyük babam. O kadar. Ne yapacağımı bilemedim. Okuduktan sonra hemen bileti aldım, seni aradım. Bu kadar.
Neden hala kara yoluyla gittiğimizi açıklamıyor.
Bilmiyorum. Bizi buldular yazıyor. Yani en azından kim olduğumuzu yakın zamanda öğrenecekler. En azından İstanbul'dan sonrası izlenemez diye kendime bir önem aldım.
Gerçekten önlem şekline bayılıyorum abi. Sabahın 3'ünde 240'la gidiyoruz. Kaç ceza yediğimizin farkında mısın?
(html comment removed: more)
Deniz'in en sevdiği nokta burası olabilirdi. Sabuncubeli bittikten hemen sonraki dağ yolunun çıkışı, İzmir'e giriş. Dağın tepesinden neredeyse tüm İzmir'i, körfezi gören harika bir manzara. Vitesin üzerinde duran kolunu kaldırıp dirseğiyle Selim'i dürttü. Selim gözlerini açıp elleriyle yavaşça ovuşturdu. Derin bir nefes çekip arkasına yaslandı;
- Ee napıyoruz şimdi?
...dedi.
- Bilmiyorum. Büyük babam yüksek ihtimalde kendi evindedir. Doğrudan oraya gidiyoruz.
Hızını kesmeden Kemalpaşa yönüne döndü.
Abi nasıl bu kadar sakin olabiliyorsun? Hiç bir tahminin de mi yok?
Selim sakin miyim sanıyorsun? Dün sabah Londra'da evimde uyanıp ne idüğü belirsiz bir mektup alıyorum. En yakın uçak gecenin bir vakti, atlayıp geliyorum, saatlerdir yoldayım. Şu an sen ne biliyorsan ben de onu biliyorum.
Düşündün mü yeterince?
Sence? Benim hiç bir önemli olayım olmadı ki. Babamla ve annemle problemler, sonra da grup olayı. Anında kopardım kendimi buradan biliyorsun.
Selim, Deniz'in Türkiye'den ayrıldıktan sonra diyaloğunu sürdürdüğü neredeyse tek kişi olabilirdi.
- Biliyorum. Hatta İzmir'e gelmişken diğerlerine ne diyeceksin diye düşünmeye başladım.
"Ben bi ne olduğunu öğreneyim de..." diye geçirdi içinden Deniz.
Asfaltı bitirip toprak yola girdikten bir kaç yüz metre sonra yavaşlayıp, etrafı yüksek çitlerle kaplı bir villanın kapısında durdular. Kapı otomatik açıldı. Arabayı otoparka bıraktıktan sonra alalacele inip eve doğru yürümeye başladılar. Ön bahçenin ortasında kocaman bir çınar ağacı ve bahçe duvarının etrafında dönen bir havuz vardı. Ev dışarıdan neredeyse görünmüyordu ancak ön bahçeden bakıldığında gerçekten harika bir modern mimari örneğiydi. Deniz bu evi kendisi için yaptırmıştı. 3 Katlı bir villaydı. İlk katında kocaman bir salon ve mutfak, yukarıda şımarık egolarını tatmin edebileceği bir stüdyo, oyun alanı ve dev bir yatak odası. En üst katta da bir mutfak daha ve teras. Arka bahçede koca bir havuz ve yarım saha basketbol potası vardı. Bütün arazinin tam ortasında ufak bir alana kurulmuş, kalan yarısını da boş bırakmıştı. İzmir'den ayrılırken buraya büyük babasını yerleştirmişti.
Hızla evin ön kapısına ulaşıp anahtarı takıverdi. İçeriye girdiği gibi büyük babasına seslendi ancak cevap alamadı. Eve girmeden önce hiç ışık yanmadığını gördüğünde başına bunun geleceğini kestiriyordu ancak en kötüsünden korkuyordu. Hemen üst kata çıktı. Bir kaç dakika bütün evi aradıktan sonra terastan bahçeye baktı ve kimseyi göremedi. Merdivenden nefes nefese Selim geldi;
Bahçede de yok. Kontrol ettim.
Garip bir şey var Selim. Yatak toplu bile değil. Apar topar çıkılmış buradan. Belli oluyor. Ama araba neden kapıda?
O esnada ilk defa durup düşünebildiğini fark etti ve Selim'in arkasından, alt kattan gelen ufacık bir ışık huzmesini gördü. Gözleri kitlenmiş bi şekilde koşarak ışığı takip etti. Alt kattan, çalışma odasından geliyordu. Selim de arkasından geldi;
Kontrol ettim ben burayı. Boş.
Işığı sen mi yaktın?
Hayır.
Peki.
...dedi ve arkasına döndü. Sağ elini yüzüne götürüp homurdanırken bir anda kafasının içinde bir kıvılcım patladı. Bütün evde yanan tek ışık çalışma odasından geliyordu ve bu bir masa lambasıydı. Dikkatlice baktığındaysa masadan alakasız, masanın yanında duran rafa dönük olduğunu gördü. Rafa doğru yöneldi. Üç beş kitabı eline alıp teker teker içlerini kontrol etti ve sonuncuda ufak bir kağıt parçası buldu.
Biliyorum bu git gide saçma bir hal almaya başladı ancak üzgünüm. Öncelikle senden sakin olmanı istiyorum. Onları peşime taktım. Her şeyden önce beni elde etmeye çalıştıkları için evi arama zahmetine girmemiş bile olabilirler. Hemen Yuva'ya git. Aradığın şey aşağıda. İz bırakma.
Ne alakası var ya?
Ne oldu?
Sanırım alarma basıyoruz. Herkesi ara. Çetin'e acilen İzmir'e gelmen gerektiğini, seni Kemalpaşa girişinden almasını söyle.
E sen?
Ne ben? Ben de geliyorum. Telefonda burada olduğumu söyleme. Ben de istemiyordum ama, bu saatte bunu yaşayacağız.
Evden alalacele çıkmadan önce bir iz bırakmadıklarına emin oldular ve arabaya atladılar. Sabahın 8'inde 200'le giden kırmızı bir Porsche ne kadar dikkat çekmiyorsa o kadar dikkat çekmiyorlardı. Arabayı sanayi sitesinin arka tarafındaki otoparka bırakıp beklemeye başladılar. Çetin 5 dakika içerisinde orada olacaktı. Ve Deniz ne Çetin'le, ne de diğerleriyle bu kadar erken karşılaşmayı planlamıyordu. Ancak yıllar süren kaçışın artık bir sonu gelmişti.
Posted from my blog with SteemPress : https://nerueger.timeets.com/2018/07/04/kubbe-2-bolum-izmire-varis/
Kubbe'nin sıkı takipçisiyim, klavyene sağlık.
Teşekkür ederim ortak
Kubbe gittikçe ilgin bir hal alan hikayeye dönüşüyor. Akıcı ve dili sade. Devamını bekliyoruz :)
Teşekkür ederim. Takip etmeniz dileğiyle ^^