Elimin kalem tutup, yazı yazmaya başladığım zamandan beri giriş cümleleri bulmam epey zaman aldı. Sonrasında kelimeler su gibi akıp gitmeye başlayınca, gelecekteki mesleğim de şekillenmiş oldu. Roman mı, öykü mü, şiir mi derken reklamlar yazmaya, fikirler üretmeye başladım. Fikirler ürettim, eleştiriler yaptım, yeri geldi ben de herkes gibi şapka çıkartılacak fikirlerin büyüsüne kapıldım, yeri geldi burun kıvırdım. İnternet ortamında uzmanlık alanımla ilgili yazacağım ilk yazı olması nedeniyle, her ne kadar işten gelmiş, bilgisayar başında rahat rahat oturuyor olsam da, yeni bir işe başlıyorcasına heyecanlıyım.
“Start verildi ve koşu başladı. Beş numaralı Rüzgar yarışa bir boy geç başlarken iyi çıkış yapan Uçantay liderliği ele geçirdi.” Merakı olanlar bilirler, haftanın üç günü İstanbul Veliefendi Hipodromu’nda at yarışları vardır. Her ne kadar popülerliğini yitirmiş gibi gözükse de, güneşli bir pazar günü, iğne atsanız yere düşmeyecek kalabalığa ulaşan mekanın adıdır Veliefendi. At yarışı uğruna şiirler, mektuplar yazıldığını çok sonradan öğrendim. Demin de bahsettiğim gibi, hiç de azımsanmayacak bir kitle, bu oyuna ya da bu spora bu kadar merak duyarken, üstüne bahisler oynarken, hangi markayı, nereye ve nasıl yerleştirebiliriz, bundan nasıl sonuçlar elde edebiliriz diye düşünmeye başladık. Bağımsız ajanslardan ziyade, kariyerimi firmaların bünyesinde geçiren bir reklamcı olarak, her kesime ulaşmak asıl hedeflerimden biriydi. Elimde bira, yarışı canlı olarak takip ederken, pist kenarında duran, daha önce çeşitli markaların reklam yaptığı panoların boşaldığını görünce, güzel bir yolculuğa atılmış bulundum.
Hipodromda bizim markamızın ne işi var diyen yöneticiler, dalga geçtiğimi sanan ajans çalışanları, sonunda delirdi galiba diye yüzüme anlamsızca bakan pazarlama departmanı ve daha niceleri… “Bir yarış atı ne kadar sizin haberiniz var mı?” Bu soru karşısında herkes biraz sessizliğe bürünse de, Veliefendi Hipodromu, kimseye cazip gelmiyordu. Bana kalırsa daha bir ay önce başladığım iş o gün bulacaktı. İşin kötüsü ne tazminat alabilecektim, ne de bir prestijim kalacaktı. Büyük umutlarla transfer edilip bekleneni veremeyen futbolcu gibi hissediyordum kendimi. “Tamam, bu şahane fikrinizi detaylandıralım o zaman” cümlesiyle toplantımız son buldu.
Kimse farkında olmasa da, o gün, Sarar markası için yepyeni bir dönemin başlangıcıydı. Reklam panoları hazırlandı, ağır ağır hipodroma doğru yola çıkıldı. Bir giyim firması, kimsenin aklında olmayan yeni bir mecra ile buluşuyordu. Dönemin TJK Başkanı Uğur Tamer ile sözleşmeler imzalandı, kendisine iki adet takım elbise hediye edildi. Panolar yerleştirildi, beğenilmedi yerleri değiştirildi, aralıkları ölçüldü ve son halini aldı. Herkesin dilinde benzer cümleler vardı : “Uyduk bu delinin aklına bakalım ne olacak?”.
Bahar aylarının ortalarından çıkıp, yaz aylarına giriş yapıldığı dönemde, reklam panolarımız ekran başındaki yarışseverlerin ve tribündeki yarışseverlerin huzurunda öylece durmaya devam ediyordu. Sonunda büyük gün geldi çattı. Şirketin 3 ayda ne kazanıp ne kaybettiğini, bu Veliefendi fikrimin bize ne kattığını herkes merak ediyordu. Ortaya çıkan sonuca kimse inanamadı. Reklamımızdan sonra Sarar’ın satışları hiç artmamıştı. Evet evet yanlış duymadınız. Üç ay önce neysek, bugün de oyduk.
Her şeye bir kenara bırakıp biraz ciddileşmek gerekirse, bu konuda ilk düşüncem karlılığımızı arttırmak değildi. Türkiye sınırlarında yaşayan herkese, belli stratejilerle dokunmak ve Sarar’ın bulunduğu mevcut statüyü yükseltme çabası içindeydim. Hipodromda sadece iki markanın reklamı bulunuyordu. Bunların birincisi belki de dünyanın en büyük saat markalarından biri olan “Longines”, ikincisi de “Sarar”. Bir yıllık bir reklam macerasının sonunda, rastlantı olarak duyduğumuz cümleler gerçekten etkileyiciydi. “Şunu bir kazanayım, sana da Sarar’dan bir takım elbise benden.” Normal zamanda ulaşılması zor olan bir marka olmayan Sarar, vites değiştirmişti. Bu durumdan herkes oldukça mutluydu. Gömlek satışlarındaki artış görülmeye değerdi.
Büyük yarışlar sonunda çekilen fotoğrafların arka planında da markamızın belirmesi, hitap ettiğimiz kitleyi oldukça fazlalaştırıyordu. Sarar’da çalıştığım dönemde sadece Veliefendi projesiyle ilgilenmem kararı alınmıştı. Başta herkese komik gelen bu fikir, bir marka için yepyeni bir başlangıç olmuştu. Daha önce televizyon ve radyo reklamı dahi vermemiş olan Sarar, Veliefendi projesiyle itibar reklamcılığı ile tanışmış oldu.
Uzun seneler süren bu proje yakın zamanda sona erdi. Ne zaman bir yerlerde bir ganyan bayi görsem, aklıma Sarar gelir, biraz duygulanırım.
At yarışları ülkemizde futboldan sonra en fazla ilgi gören spor dalıdır muhtemelen ve çok büyük bir sektör. TJK yerli ve yabancı yarışlara bahis oynatırken her gün iki yerli hipodromda yarış programı düzenlenmektedir. Veliefendi de yarışçılığımızın lokomotifi elbette. Reklamcıların bu alanın potansiyelini farkedemeyip çok boş bıraktıklarını düşünüyorum.
Son zamanlarda daha fazla reklam yatırımları oluyor. Ancak reklamcıların TJK'dan uzak durmalarının en önemli nedenlerinden biri (TV yayınları), yarışlar biter bitmez ekranlardan uzaklaşan ve sesi tamamen kapatan izleyici kitlesi. Yarış esnasında da izleyicilerin gözü atlardan başkasını görmüyor. Reklamcıların da bilinçaltı etkileme önerilerini marka sahipleri kabul etmiyor.
TJK'nın özelleştirilmesi gerekiyor. Bence esas sıkıntı o.
O konuda pek bir bilgim yok. Şimdi Serdar Adalı tekrar başkan oldu onu biliyorum. Devlet için büyük gelir kapısı TJK, özelleştirilir mi, bilemem.