Geçenlerde forumlarda gezerken gözüme çarpan hoş bi yazı.
doksanlarda çocuk olmak enteresanlıktır.. pazar akşamları bizimkiler izlemektir.. pazartesinin okul hazırlığı yapılır, sanki pazar değil de pazartesi banyo yapsak olmuyormuş gibi illa pazar günleri banyo yapardık.. çocuk kalbimizle kapıcı Caferi sever, Sabri beye kıl olurduk.. ali desen, bizimle büyüyordu onu gördükçe büyüdüğümüzü hissediyorduk.. geleceğe dönüş televizyon ekranında her görüldüğünde kalpte tuhaf bir çarpıntı hisseder.. dokuz aylık oynarken topun beşikten geçmesi üzerine "off! gitti namus!" derdik.. patlayan şeker ile kolanın bir arada tüketilmesi ile midenin patlayacağına inanır, bayramlarda tanıdık evleri dolaşıp el öpmek, english with me lerle İngilizce öğrenmeye çalışırdık.. biraz da "türkiş kovboylar" şarkısını diline dolamaktır doksanlarda çocuk olmak..
micheal jackson’ın eski halini görüp hayretlere düşmek, elm sokağında kabus izleyip akşam annenin seninle uyuması için yalvarmak, kanald'nin ilk açıldığı dönemlerde tsubasa izlemek, yerli malı haftasında okula çikita muz getirenleri kınamak çikita yerli değil öğretmenim diyip getireni ispiyonlamak, gazetelerden kupon kesip 14 kupona kocaamaan oyuncak ayı almak, annenin gazetelerden gelen tabak çanak için aynı gazeteden on tane aldığına tanık olmak, bir dönem tüm evlerdeki tabak çanağın "acropal" olması ve misafirliğe gelince tabaklara bakıp sırıtmak, hey corç versene borç şarkısını ezbere bilmek anlam verememek ve tam teçhizatlı kameraman arkadaş cevat kelle'ye sempati beslemektir doksanlarda çocuk olmak..
yazları, sabah uyanıp susam sokağı seyredip, öğlen, annenin elimize tutuşturduğu nevaleler ile "anneeeeaaa ben mahalle maçına gidiyom" diyip, "ezan okunmadan önce evde ol eşek sıpası" nidaları eşliğinde, koltuk altında bilmem kaç katlı kames top ile ışık hızıyla evden kaçıp soluğu arkadaşlarla birlikte atari salonunda almak, street fighter 'dan sıkılıp, en sıkı arkadaş ile haggar oynamaktı.
susam sokağı'ndaki Nihat amcayı, Zehra teyzeyi, Tahsin ustayı ve dev yaratık minik kuş'u herkesten iyi bilsen de aslında yıllar sonra fark edilir ki, zihinde kurulanla onların gördüğü çok farklıdır. senin kurabiye canavarının kocaman dişleri vardır örneğin ve kırpık, ayakları görünmeden küfede yaşayan türden bi kahraman değildir. Edi ile büdü 'nin hangisinin uzun ince, hangisinin kısa tombul olduğu arada gider gelir, zira ezber yanıltır seni kimi zaman, ve karıştırıverirsin uysal ve güler yüzlü olanla hırçın ve aksi olanı. şu hep konusu geçen "sev dünyayı açılır her kapı, işte susam sokağı" şarkısını acayip merak edersin ve hiç duymadığın için seslerini, altan erkekli'nin edi'yi seslendiriyor olması en az seni şaşırtır...
doksanlarda, pazar günleri evlerde genelde misafir olurdu ya da biz misafirliğe giderdik.. bir süre evin içinde oturup da illallah dedirtecek kadar çok şey kırar, argo konuşarak anneyi sinirlendirmeyi başarır, nihayet annelerin başından savma amaçlı izinleriyle sokağa çıkardık.. güçlü olanın kazandığını, yaşı büyük olanın hiyerarşi estirdiğini misket oynarken öğrendik.. son rakamına göre, takımına göre, futbolcu kartlarıyla kapışmak, ütmek fiilini ilk bu oyunla öğrenmekti. sen kazanmış olsan bile o dönemde “piç” diye tarif ettiğimiz bir çocuğun futbolcu kartlarını kapıp kaçtığını gözlerimizle gördük, play station bize uzaktı atarilerimizi canımız kadar sever ama önce arkadaş derdik.. parkta yeterince yorulup, 9 taş da kazanmadan, üstümüz yeterince kirlenmeden ya da annemiz bizi eve çağırmadan, ev denen şeyin varlığı aklımızda yoktu..
ayrıca doksanlarda çocuk olmak televizyondaki haber bültenlerinde Bosna hersek’teki katliam görüntülerini büyük bir dehşetle izlemek, savaşın ne kadar berbat bir şey olduğunu anlamak ve niçin savaş olduğunu sorgulamaktır. katliam görüntülerini izlerken gözyaşlarını tutamamaktır. ayrıca her gün yine şu kadar askerimizi şehit etti' , bir otobüsü durdurdu ve içindekileri taradı' türünden haberleri duymak ve terörden nefret etmektir.
biz tarkanı kendi ellerimizle büyütmüştük.. dişlerinin ayrık olduğu günleri bilirdik. divalığının nerden geldiğini anlayamadığımız bir ajda pekkan vardı, bebeto burak kut vardı mesela bizim için bişey ifade etmese de ablamın odasındaki
posterini hala hatırlarım, şimdi zar zor hatırladığım ortada kuyu var yandan geç ozan, arabası olup da ruhu olmayan mustafa sandal çıktığında biz çocuktuk.. yonca evcimik aboneydi o zamanlar, nedendir bilinmez 9.15 vapurunu beklerdi.. sezen hep sezendi..
biz 90ların çocukları ne 80ler gibi siyasi bir karmaşanın ortasındaydık, ne de milenyum çocukları gibi teknolojinin içine doğmuştuk. hem atari hem bilgisayar kullandık, hem rock hem arabesk dinledik, trt nin tek kanal günlerini görmemiş olsak dahi az kanal nedir bilirizbiz hem erkan yolaç' a, hem cem yılmaz' a güldük, cem özer' in laf lafı açıyorla türkiye’nin ilahı olduğu günleri de hatırlarız..
bir de süper mario vardı mesela, ondan sonra hiçbir oyun kahramanını sevemedim, ondan sonra hiç kimse mantarını taştan çıkarmadı.. bir de hiçbir oyunu bitirmek için bu kadar çok uğraşmadım hiçbir oyunun sonuyla ilgili süper marionun son bölümüyle ilgili duyduğum kadar çok yalan duymadım;
-ya benim kuzenim bitirdi süper marioyu.. son bölümde ateşten atlayıp, suda yüzyomuşsun, havada ateş edip, karada sıçıyomuşsun!
-yalan atma! yalancı abim dedi ki sonunda mario ölüyomuş..
super marioyu bitirme hayalleri kurup her seferinde "thank you mario but the princess is an another castle" yazısını görüp bişi anlamayıp ingilizce bilen ablaya sorup "yok prensesi kurtaramamışsın başka bi kaledeymiş" diyince üzülmek, gün geldi 8-4e gelip bitirdik marioyu.. zaten bizim eve de bilgisayar gelmişti.. mario’nun pabucu dama tabi.. sonra gömleklerimi pazar akşamları annem değil, pazartesi sabahı bizzat ben okula geç kalmamak için bir yandan diş fırçalayarak ütüler oldum.. pazar günleri ben arkadaşlarımla geziyor, annemle babamsa haftanın yorgunluğunu atmak için evde kalıyorlardı.. velhasıl 90lar bitiyor, ben büyüyordum..
80'lerin Sonunda 90'ların Başında Çocuk Olmak...
Süper Baba'nın müziğini flütle çalmışsanız
LC Waikiki veya benetton tüm renkleriyle kıyafetlerinizde önemli markalar olduysa...
SHOW TV'nin müziğini hala hatırlıyorsanız dup dıbu dıp dıp dıbı dıp dum...Tabi ki bir de :İyi TV eyç bi bi, eyç bi bi iyi TV
Önce hüplet sonra gümlet' hayat felsefeniz olmuşsa
Bizimkiler dizisi ertesi gun okul oldugunu bi sureligine unutturduysa
Parliament pazar gecesi sinemaları müziğini duyduğunuzda içinizde hala garip duygular uyanıyorsa (yarın okul var hüznü, ailenin seni yatırıyor olmasına duyduğun kızgınlık, o güzel mavinin romantizmi...)
Polis Akademisindeki her sesi çıkaran adama hayranlık duyuyorsanız
Elm sokağında kabus yüzünden hala yatağın altına bakmaktan korkuyorsanız
Chucky yüzünden en sevdiğiniz oyuncağınızı bile göz önünden kaldırmışsanız
Okulda coca-cola kutusunu ezip mac yaptiysaniz (kızlar yan yatırıp üstüne tam ortasına ayagı yerlestirip ustune basıp yururlerdi, topuklu ayakkabı gibi olurdu)
Apartmanin altindaki zil veya taksi diafonuna basmak müthiş heyecanlı bir yaramazlıksa
Tutti frutti çok ayıp ve olağanüstü merak uyandırıcı bir şovsa
Dört tekerlekli ayakkabının üstüne takılan patenlerden sonra roller bladeler size büyüleyici geldiyse
Bakkala gönderilmenin en güzel yanı küçük sarellenin dibini minik plastik kaşığıyla kazımak veya leblebi tozu yiyip konuşmaya çalışmaksa
Aterideki ördek vurmaca oyununda silahın nasıl çalıştığına hala kafa yoruyorsanız
Işıklı spor aykkabılar hava atmanın önemli bir unsuruysa
Bayramda harçlıklarla aldığınız ilk şey kinder süpriz yumurtasıysa(kağıdını tırnakla yırtmadan dümdüz yapmak da sabır ister doğrusu)
Clementine sizde derin izler bırakmışsa
Kasete kayit yapilabilmesi icin alt tarafinda bulunan karelerin bantla kapatilmasi gerektiğini öğrenmenin önemini biliyorsanız
Commodore 64'de tornavidayla kasetin kafa ayarını yaptıysanız
Anne saat kaç, simiiit, birdir bir, çay kahve gazoz, akşam ebesi, dansa davet, çatlak patlak, yakan top gibi kalabalık oynanan sokak oyunlarından sonra anneniz sizi balkondan yemeğe çağırmışsa
"bandıra bandıra ye beni" şarkısını hızlı söylemeye çalıştığınız günler varsa
Rönesans sanatçılarını ilk kez Ninja Kaplubağaların ismi olarak tanıdıysanız
Tele On diye bir kanalı hatırlıyorsanız
Haftasonları çizgi film izlemek için errken kalkmanın ne demek olduğunu biliyorsanız
Şirinler geyiğini arkadaşlarınızla mutlaka çevirdiyseniz (Şirine aslında Gargamel tarafından yapıldı...)
Beğenseniz de beğenmeseniz de tüm çizifilmleri art arda izliyorduysanız
Bir Başka Gece çocukluk hayatınızdaki en görkemli şovsa
Pazar geceleri yıkanma günüyse
Seden Gürel'in neden öyle giyindiğini şimdi sorguluyorsanız
Müzik yelpazesi hayatınıza büyülü yabancı müzisyenler kattıysa
Bir sanal bebeğiniz olmuşsa,
Tetris'i süper hızla oynayabiliyorsanız,
MIRC ergenliğinizin önemli bir parçası olmuşsa(a/s/l ne demek biliyorrsanız)
ICQ nun 11 haneli rakamını ezberlemeye çalışmışsanız.
Pili bitmesin diye kasetleri kalemle havada sarmışsanız,
Çizgifilm şarkılarının ingilizce veya japonca olsa da ezberlemişseniz
Kokulu silgiye, deftere, kaleme harçlığınızı yatırdıysanız.
Eti Cin, Eti Puf, ABC, Balık Kraker, Negro, Bonibon,
Topitop, Yumiyum...vb çok seviyorsanız ve her zaman yeme kabiliyetiniz varsa
Sulugöz'ü düşününce bile ağzınız sulanıyorsa
Küçük bir kızsanız Sindy ile Barbie'yi karşılaştırıyorduysanız
Tsubasa'yı ve küre biçimindeki sahanın sonundaki dev kaleyi hatırlıyorsanız
"Hey Corç versene borç" deyince cevabı hemen yapıştırabiliyorsanız
Macarena dansını yapabiliyorsanız
TV den çekilmiş çizgifilmli sayısız kere izlediğiniz VHS leriniz varsa
Telefonların jetonla çalıştığını hatırliyorsanız
İstop diye bağırdığımızda renk yakalamaya çalışırken onun aslında stop olduğunu uzun zaman önce çözmüşseniz
Saçları renkli ve uzun patlak gözlü çirkin trolleri bile bir furyada satın almışsanız.
Capri Sun ın reklamı ve melodisini hatırlıyorsanız.
Annenizin mavi ped torbalarını şişirip patlattıysanız.
Power Rangers'ın renklerini hatırlıyorsanız
Mc Donalds a gitmek için ailenize yalvardıysanız
Olacak O kadar, Yasemin'in penceresi, Hadi Anlat Bakalım, Adam Olacak Çocuk, Saklambaç.. gibi programları hatırlıyorsanız.
Lambada'nın müziği kulağınızda çalabiliyorsa
"Nereye çufçufluyoruz"un kimin dediğini biliyorsanız.
Sayısız joystik kırdıysanız ve gün gelince artık joystik satılmadığını fark ettiyseniz
Fame City cennetle eşdeğerse
En sevdiğiniz sayı altıysa
Prince of Persia'da alttaki dikenlere düşünce çıkan dınnzk sesini ve kanları hatırlıyorsanız
Mon Ami 48 lik boyalardaki altın ve gümüş renkleri statü sembolüyse
Gençlik hayaliniz Beverly Hills teki havuzlu arabalarsa.
Uhuyla oynamanın zevkini biliyorsanız
Kolalı jelibonun önce kapağını yediyseniz
annenizin poşetler dolusu taso,misket, sporcu kağıtları,
gazoz kapaklarını attığını öğrenince ağladıysanız
Peçete, kağıt, poşet vb... koleksiyonu yapmışsanız
Sizde o güzelim yılların birer parçasıymıssınız...
WARNING - The message you received from @jennyluv is a CONFIRMED SCAM!
DO NOT FOLLOW any instruction and DO NOT CLICK on any link in the comment!
For more information, read this post: https://steemit.com/steemit/@arcange/virus-infection-threat-reported-searchingmagnified-dot-com
Please consider to upvote this warning or to vote for my witness if you find my work to protect you and the platform valuable. Your support is really appreciated!
Hi! I am a robot. I just upvoted you! I found similar content that readers might be interested in:
https://www.facebook.com/muratoszoy
Try Our Service Before Buy🎁
we have paid service too so please check them too. Active the free upvote service and learn more about it here :
şu atari dönemini hiç unutmam.. Kasetler arasına 999999 oyunlu kaseti koymamışsın :-)
Kim unutabiliyorki abi 1 jetonla oyun bitiricez diye canımız çıkıyodu o Kaset hiç aklıma gelmedi ya aslında gayet keyifli olurmuş