Artık çingene pazarlıklarından büsbütün daral gelen siyasi partilerin, kim daha çok para verirse düdüğü onun çalacağına dair Nasrettin Hoca kıssasını bence yanlış yorumlamalarından kaynaklı propaganda anlayışının, yerini, içeriğinde insanlık barındıran, dostluk ve sevgi barındıran, yürekten geldiği besbelli bir davranış kalıbının iktidar olduğu videolara, yazı, çizilere bırakması bile Gezi dayanışmasının ikinci yaşını kutladığımız şu günleri bayram ilan etmeye yeterdi bana...
(Bu arada, "son kelime bükücüler" için hemen belirteyim, "çingene" kelimesi burada herhangi bir etnik kimliği küçük düşürmek için kullanılmamıştır, birazdan "karı gibi dedikodu yapıyorlar"da cümle içinde kullanılacak olan "karı" kelimesinin herhangi bir cinsiyeti küçük düşürmek için kullanılmayacağı gibi...)
İktidarda olanlar da, muhalefet olmaktan bir adım öteye geçmeye ödü kopan ve zaten böyle bir niyeti baştan bulunmadığı halde, seçim harcırahlarının bir kısmını bayrağa, şapkaya, atkıya yatırmak geleneğini bozmaya imtina eden bir takım siyasi partiler de, sadece artık şu "karı gibi dedikodu yapma" cümlesi ile ilgili verdiğim sözü tutmam gerektiğinden değil, düpedüz karı gibi dedikodu yapıyorlar.
Onların bu uzlaşmasız, saygısız, dedikoducu, kuyu kazıcı tavırlarına bakıyorum da; kaçımız ailesinden böyle terbiye aldı, kaçımız sosyal yaşamda bu tarz üsluplara hayatımızda yer veriyoruz, kaçımız böyle bir insanla oturup iki çift laf eder?
Hayır yüzde olarak sormuyorum...
Bu hepimizin kendine sorması gereken bir soru, istatistiklere değil...
Böyle kaypak, böyle oynak, böyle ucuz roman kılıklı, ne kendine, ne etrafına, ne de yaşama saygısı olmayan insanları dost diye, eş diye, arkadaş diye seçer miydik kendimize ki, başımıza yönetici diye seçelim?
Bir haber izlemiştim televizyonda; bir yerde, koyunlarını otlatmaya götüren bir çobanın öldüğü, koyunlar başlarında çoban olmadan geri dönünce anlaşılmış...
Bu beni ilk düşler otobüsüyle gezi günlerine götürmüştü;
Hani o tıp öğrencilerinin meslek hayatlarını, geleceklerini, canlarını riske atarak, insanların yardımına koştuğu günlere... Karşılıksız bir koşu, ama bedelsiz değil...
Hani o "çekilin, çekilin, ben doktorum" klişesiyle büyümenin yarattığı nizami yol verişlerin ve kültürümüzün kadim bir öğretisi olan "elden ele" tekniğinin, kafa, göz, kol, bacak kurtardığı günlere...
Pek çoklarının "E İstanbul'da hastaneye giden ambulans vardı da biz mi binmedik" dediğini duyar gibiyim...
Sokak çocuklarının, sokak hayvanlarının, paralarımız oy verdiğimiz kişiler tarafından çereze, cipse, kokakolaya, jiklete harcandığı için sefalet içinde sokaklarda aç yaşamaya mecbur kalan insanların, seçim döneminde bile! görmedikleri izzeti ikramı, "gaz altı" bir şeyler atıştırmaya çalışan "vatan haini, çapulcu, marjinal gruplarla paylaştıkları günler var ya hani, hatırlarsınız...
Ki o vatan hainleri, kedi, köpeklerin gözlerini solüsyonlarla temizleyecek, sabah mesaisine başlamadan önce akşamın çöplerini temizleyecek, birlikte hedefsizce koşarken yere düşen hiç tanımadığı birini yerden kaldırmak için geri dönecek, kendisini döven, taciz eden, gazlayan, sulayan, polise kitap okuyacak, şarkı söyleyecek, dans edecek, olmadı öyle duracak kadar insanlıktan çıkmış, revir haline getirildiği gün, Allah'ın evi olmayı zirvede yerine getiren camiye ayakkabıyla girmiş, günde iki saat uykuyla yetindiğinden, kalan vaktini ciğerlerinde hayatı boyunca silinmeyecek izler bırakan biber gazına bağımlı olduğu için sokaklarda sabahlayan bir grup vatan hainiydiler... Hafızanızı biraz zorlarsanız onları hatırlarsınız...
Bu arada kimse birbirinden çalmıyor, kimse o kalabalıkta tacize uğramıyor, polis öldürmediği sürece kimse ölmüyor, yaralanmıyor...
İnsanların, bir grup gaz bağımlısını ezdirmemek için gecenin bir yarısı akın akın köprüden karşıya geçmeye çalıştığını düşünen her kimse, "biz içiyoruz, senin kafan güzel oluyor" yakıştırmasını sevgiyle kabul etmeli...
Gezi'ye bakınca alınması gereken en önemli ve ileriye dönük ders, kendi kendimize de idare edebildiğimizdir bence... Yasak olduğu için çalmıyor olmadığımız, hapse girmekten korktuğumuz için öldürmüyor olmadığımız, iki elimiz armutta olduğu için yediğimiz dayağa karşılık vermiyor olmadığımız...
Ve selam olsun, arkadaşı dayak yediği için, komşusu zulme uğradığı için, halkının özgürlüğü için sokağa çıkarak canını veren o şehitlere... Asıl şehit buna denmez mi? Üzerinde yaşayan bir halk olmadan bir toprak nasıl vatan olabilir ki? O halde komşumuzu korumak mıdır vatanın sağ olması, oy verdiğimiz için başımızda bulunan iktidarları mı?
Velhasıl;
Bir haber izlemiştim televizyonda, bir yerde, koyunlarını otlatmaya götüren bir çobanın öldüğü, koyunlar başlarında çoban olmadan geri dönünce anlaşılmış...